ÜYELİK VE PROPAGANDA

 8.2.2011                                                                                      Av.Münip Ermiş


ÜYELİK;


Günlük kullanımda üyelik bir gerçek kişinin ,bir tüzel kişilikle arasındaki   “FORMAL” bir durumu ifade eder. Yani belli bir merasim ve kırtasiye gerektiren bir şeydir.

Oysa “Terör meselesinde”   “ÜYELİK HUKUKU” o güne kadar(yani polisin eline düştüğü an) kişinin ilişkili olduğu veya sempatizanı olduğu siyasal hareketle olan bağını ifade eden bir şey değildir.  Burada üyelik çoğu zaman  kişinin sahip olduğu  etnik/ kültürel kimlik,  politik dünya görüşü, doğduğu memleket yada  günlük yaşam içerisinde girdiği ilişkilerin “devlet katında “ nasıl bir  tehdit algılaması yarattığı ile ilgilidir.   Ve burada “örgütsel aidiyet” çoğu zaman mahkeme ilamıyla kurulur ve  kişi örgüt üyesi olduğunu çoğu zaman Mahkeme kararıyla öğrenir.  Kısacası bir siyasal muhalifi, “terör örgütü üyesi” olarak cezaevini götüren süreç daha yalındır. Daha az kırtasiye gerektiren bir şeydir.

Önce polis  düşüncesini iletir. Daha sonrada sanığa  Mahkeme, emniyetin bu düşüncesine uygun olarak  “ SENİN FALAN ÖRGÜTÜN ÜYESİ OLDUĞUNA KARAR VERDİM” der.

(Kişinin ne yaptığının hiçbir önemi yoktur. Bazen yasal bir basın açıklamasına katılmak, bazen birini evinde misafir etmek, yada  başbakana karşı pankartlı protesto gösterisi yapmak, yada telefon numaranın         yanlış bir kişide” çıkması gibi, listeyi uzatmak mümkündür.)

MEVZUAT

765 Sayılı yasanın 141- 168 ve 146/2 maddeler , 1991 yılına kadar sosyalist ve devrimci gruplar aleyhine üyelikten açılan davalarda doğrudan uygulanan yasa hükümleriydi. Kürt siyasal gruplarına karşı ise 125.madde uygulanmaktaydı.

141/1 madde “sosyal bir sınıfın diğer bir sosyal sınıf üzerinde egemenliğini kurmaya veya bir sosyal sınıfı ortadan kaldırmaya veya ülkenin ekonomik ve sosyal düzenini devirmeye “ yönelik örgütlenmeyi cezalandırıyordu.

Bu amaçla örgüt kurmak veya kurulmuş bulunan örgütleri yönetmek 141/1 uyarınca 8 yıldan 15 yıla kadar üyelik ise 141/5 uyarınca 5 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası getirmekteydi.

168/1 madde ise “mevcut anayasal düzeni ortadan kaldırma amaçlı olarak” silahlı örgüt kuran veya yönetenlerin 15 yıldan az olmamak üzere , hapis cezası ile cezalandırılacağını, 168/2 ise bu türden örgütlere üye olanların 10 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağını öngörmekteydi.

Yine üyelikle ilgili uygulanan 146/3 madde ise çoğu zaman 168.madde ile karışmaktaydı.  146/1 madde” mevcut anayasal düzenin zorla değiştirmeye ” teşebbüs edenlerin eyleminin idam cezası ile cezalandırılacağı öngörülmekteyken, (2004 yılında ağırlaştırılmış müebbete dönüştürüldü) 146/3 madde bu suça FERAN yani yani 5237 sayılı yasaya göre “YARDIM EDEN” sıfatı ile katılanlar hakkında 5 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası getiriyordu.

Yargıtay 9.Ceza Dairesi 168 - 146.madde ayrımında ,”eylemin elverişli olup, olmadığının ise genel ve soyut bir belirleme dışında, eylemin işleniş şekli, zamanı ve diğer bütün şartları birlikte değerlendirmek suretiyle saptamak gerekir. Mezkur eylemin, elverişli vasıta ve icra başlangıcı yönünden yapılacak değerlendirilmesinde örgütsel bağlığı ve ülke genelindeki organik bütünlüğü ve bu yönden taşıdığı vahamet derecesi ile toplumdaki etkinliği suç niteliğinin tayininde önem taşımaktadır. Bu itibarla, Anayasaya’yı cebren değiştirmek amacı yönünde olmakla beraber bu amaca ulaşma tehlikesi doğurmaya yetersiz ve önemsiz eylemler TCK.nun 146 maddesi kapsamına girmez.” Diyordu.(1987-739/2514)

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 10.12.1990 gün ve 1990/9-3017329 sayılı kararında  ise "Matuf fiil" kavramında öngörülen husus, maddede gösterilen amaca yönelik ve sonucu oluşturmaya elverişli İcra hareketleridir. Eylemin, sonucu elde etmeye elverişli olup olmadığının soyut ve genel bir belirleme dışında, eylemin işlenme şekli, zamanı ve diğer somut özellikleriyle birlikte değerlendirilmesi suretiyle saptanması gerekmektedir. Eylemin elverişli araçla icra hareketi niteliğinde bulunup bulunmadığının değerlendirilmesinde ise ülke genelindeki organik bütünlüğü, toplumdaki etkinliği, sanıkların örgütsel bağlılığı göz önüne alınmalı ve suç niteliği buna göre belirlenmelidir. Bu itibarla "Amaç" suç niteliğinde bulunan TCK.nun 125. maddesindeki suçu işleme doğrultusunda olmakla beraber, bu sonuca ulaşma tehlikesi doğurmaya yetersiz eylemler bu maddedeki suçu oluşturmazlar. Diyordu.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi 1992/297-467 s.kararında ise “TCK.nun 146. maddesinde yer alan suç, bir tehlike suçudur. Adam öldürmeler, banka soygunları, bina kurşunlamaları, bomba atmak, sabotaj yapmak gibi eylemler, münferid olaylar olarak devletin varlığı ve rejimin işlerliği açısından başlı başına Anayasal düzenin yıkılması tehlikesini doğuracak nitelikte fiiller olarak kabul edilmeyebilirse de, yasa dışı ve etkili bir örgüt tarafından, belirli bir plan içinde uygulamaya koyulan ve muhtelif aşamalara göre bir ihtilal malzemeci olarak sistemli ve örgütlü bir bağlantı içerisinde organik bir bütünlük arzeden bu kabil eyleminin, TCK.nun 146/1. maddesinin uygulanmasını gerektiren bir tehlike suçunu oluşturacağından kuşku bulunmamaktadır.”  Diyordu.

Sonuç olarak; “Amaç eylem” olarak görülen  adam öldürme,banka soygunu,rehin alma, yağma, kollukla girilen ciddi silahlı çatışma (ölüm ve yaralama ile sonuçlanan) gibi eylemlere doğrudan katılanlar 146/1’den ,bu eylemlerin işlemlerin işlenmesine iştirak eden örgüt üyeleri 146/3’den, aynı örgütün  bu eylemlere katılmayan diğer üyeleri ise konumlarına göre yönetici durumda kabul edilirse 168/1’den  sadece üye kabul edilirse 168/3 maddeden  hüküm giydiğini söylemek mümkündür.

Tabi ki Yargıtay’ın “araç –hazırlık” olarak kabul ettikleri diğer eylemlerden ayrıca ceza verilebiliyordu.

146/1’den  mahkumiyet halinde ise  tek bir ceza veriliyordu.

 Yani örgütün işlediği “AMAÇ” veya “ARAÇ, HAZIRLIK” eylemlerinden dolayı ayrıca ceza verilmemekteydi.

KÜRT  gruplarına  karşı ise buna koşut olarak yukarıda belirtilen “amaç  eylem” olarak kabul edilen eylemleri doğrudan işleyenler veya yönetenler hakkında 125.maddeden, “ARAÇ –HAZIRLIK” olarak kabul edilen eylemleri işleyenler veya sadece örgüte üye olanlar hakkında ise konumlarına göre  168/1 veya 168/ 3 uygulanmaktadır.

Yargıtay 9.Ceza Dairesi 141/5 ve 168/2 madde ayrımında ise  Sanığın mensubu olduğu örgütün 12 Eylül sonrası silahlı çete niteliğini kaybettiğinden Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle mücadele Hakekat Daire Başkanlığının dosya içerisindeki yazısından anlaşılmasına ve kamu davasının kapsamına göre eylemine uyan TCK.nun 141/5. ve 6136 sayılı Kanun hükümleri uyarınca cezalandırılması gerekirken sanıktan elde edilen silahların, örgüte yeniden teşkilatlanmış silahlı çete vasfının kazandırdığının kanıtı sayılarak yazılı şekilde tecziyesi kanuna aykırıdır” (1991/235-557) diyerek ÜYELİKTEN ceza verilirken 141.madde- 168.madde getirdiği kıstas bütünüyle Emniyet Genel Müdürlüğü raporlarına göre biçimleniyordu.

Bir sanığın mensup olduğu örgüt ülke genelinde silahlı olarak örgütlendiği kabul edildiği takdirde, sanık 168/2.maddeden, eğer mensup olduğu örgütün  ülke genelinde silahlı olarak örgütlendiği yolunda Emniyet Genel Müdürlüğü kanaat etmediği takdirde, sanık hangi eylemi işlemiş olursa olsun 141.maddeden sorumlu tutulmaktaydı.


 Tabiî ki işlediği diğer eylemden ayrıca ceza verilecektir.

141.madde kaldırıldıktan sonra Yargıtay 9.Ceza Dairesi bu sefer örgütün TMK.7’de mi, yoksa 168.madde faslına mı sokulacağı konusunda yine Emniyet Genel Müdürlüğü görüşüne göre hareket edilmesi gerektiğini söylemeye başladı.



Ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesinden bahsedilecekse, kişinin kendi işlediği kusurlu davranışından sorumlu tutulması gerekeceği tabidir. Ceza hukukunun bir diğer ilkesi “KUSURLU DAVRANIŞIN” ceza yaptırıma bağlanmasıdır.

Hayatında eline hiç silah almamış , sadece bir basın açıklamasına katılmış, yada bildiri dağıtmış bir kişiyi, Yargıtay 9. Ceza Dairesi yıllarca  Emniyetin raporuna göre SİLAHLI ÇETE ÜYESİ olarak cezalandırmıştır.


TERÖRLE MÜCADELE KANUNU

1991 yılından yürürlüğe giren 3713 sayılı kanun TCK.141 ve 142 maddeleri kaldırmıştır. Ancak bu  sadece göstermelik bir değişiklik olarak kalmıştır.

Çünkü bunun yerine getirilen  7. madde düzenlemesinde 3 ve 4 üncü maddelerle Türk Ceza Kanununun 168, 169, 171, 313, 314 ve 315 inci maddeleri hükümleri saklı kalmak kaydıyla bu Kanunun 1 inci maddesinin kapsamına giren örgütleri her ne nam altında olursa olsun kuranlar veya bunların faaliyetlerini düzenleyenler veya yönetenler beş yıldan on yıla kadar ağır hapis ve ikiyüzmilyon liradan beşyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası, bu örgütlere girenler üç yıldan beş yıla kadar ağır hapis ve yüzmilyon liradan üçyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar.”  demek suretiyle silahlı mücadeleyi esas almasa ve silahlı eylemi bulunmasa bile devlete tehdit algılaması hissettiren her türlü siyasi yapıyı yok etme fırsatı yaratmıştır.

Bunun sonucu olarak hiçbir silahlı eylemi veya silahı bulunmayan , sadece  legal zeminde faaliyet sürdürmeye çalışan siyasi yapılar ve örgütlenmelere bu madde uygulanmıştır.

2006 değişikliği ile bu madde kaldırılmış, yerine Terör Örgütü üyelerinin doğrudan .TCK. 314’e göre cezalandırılacakları düzenlemesi getirilmiştir.


YARGITAY  2005/2006 ÖNCESİ KİMLERİ ÖRGÜT ÜYESİ OLARAK KABUL ETMEKTEDİR

Yeni TCK.220 ve Yeni TMK yürürlüğe girmeden önce 168/3 ile yardım ve yataklığa düzenleyen 169.madde  uygulamasında , Yargıtay belli kıstaslar getirmiş gözüküyordu..[1]

Bunlar;
-      Süreklilik,
-      Organik bağ,
-      Eylemlerdeki yoğunluk,
olarak sayılmıştır.

Ancak bunlar kesin kıstaslar olarak kabul etmekte yanlış olur. Bazen de sanığın Emniyetteki polise karşı “incitici  davranışları” da örgüt üyeliğinin kanıtı olarak görülebiliyordu.[2]

Bazen de   özgeçmiş raporunun örgütte bulunmasını [3] başka her hangi bir eylem veya örgütsel bağ kanıtlanmasa bile silahlı örgüt üyesi olarak kabul ediyordu.



ÜYELİK VE YARDIM;

765 sayılı TCK. 169. madde ve Terörle Mücadele Kanunun 7/2.maddeleri ” ÖRGÜTE YARDIM”  fiillerin yaptırıma bağlamakta iken , TCK.220/7 Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır.” Düzenlemesi ile yardım-yataklık ortadan kaldırılmış, örgüte yardım olarak kabul edilebilecek her türlü eylem örgüt üyeliğinden ceza almanın yolunu aşmıştır.

Yine 220/6  ”Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan dolayı cezalandırılır.”   Düzenlemesi ile artık “örgüt üyeliği” kavramı belirsiz bir şekle dönüştürülmüştür.

Buna benzer bir hüküm zaten TMK.2’de bulunmaktadır.

220/7 madde düzenlemesi karşısında TMK.2’ye zaten ihtiyaç yoktur.

Çünkü TCK.314 madde 220.maddeye atıfta bulunmaktadır.

Sadece  “fazla mal göz çıkarmaz”  kabilinden bu düzenleme TMK’da tekrar edilmiştir.

TCK.220/7 ve TMK.2/2  Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Mart/2008 kararından sonra netleşmiş, artık bir örgütle yatay veya dikey bağ aranmaksızın 220/6 ve 7 uyarınca “ÖRGÜTE YARDIM ETTİĞİ, VE ÖRGÜT ADINA EYLEM YAPTIĞI VARSAYILAN “ herkesi örgüt üyesi olarak cezalandırmanın yolunu aşmıştır.
Bu tespitler ışığında baktığımızda, TMK.’nın 2. maddesindeki “Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.”  İfadesi TCK. 220’nin genel mantığı ile bire bir örtüşmektedir.
Üstelik  buradaki “tek başına suç işleyen ifadesi,  yalnızca silahlı veya şiddete dayalı eylemleri değil, TMK.3 ve 4.maddesinde sayılan suçlar dışında, “örgütün amacı doğrultusunda” işlenecek her türlü suçtan dolayı örgüt üyesi gibi cezalandırmanın yolunu açmıştır. Eğer Mahkeme bireysel olarak işlenen her hangi bir suçu “örgütün amaçları ile örtüştüğü” kanısına varırsa, sanığı  hem örgüt üyeliğinden hemde eyleminden ayrı ayrı cezalandıracaktır. Örneğin; dağıtılan bir bildiride hiç örgüt ismi geçmese bile, bildiride ifade edilen görüşler örgütün siyasi düşüncesi ile “uyum” gösterdiği takdirde (tabiî ki TCK ve Ceza İçeren kanunlardaki her hangi bir hükmü ihlal etmek kaydıyla)  örgüt üyesi sayılmak için yeterli olabilecektir.
Buna ilave olarak “Amaçlanan suçu işlemese dahi” ifadesi ile  TMK ve YTCK’nın “amaç suç”  “sıradan suç” ayrımını pratikte bütünüyle ortadan kaldırdığını da görmek gerekir.
Daha da ötesi  son fıkrada düzenlenmiştir. Burada “Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır ve örgüt mensupları gibi cezalandırılırlar.” denmiştir.
Yani örgüt mensubu sayılmak için örgütle her hangi bir yatay veya dikey ilişkinin varlığı önemsizleştirilmiştir. “EYLEMİN KENDİSİ” ile bu bağ rahatlıkla kurulabilecektir. Yani bir anlamıyla sadece “eylem “  örgüt üyeliğinin kanıtı olarak sunulabilecek,Yukarıda da belirtildiği gibi bu eylemin şiddet içeren bir eylem olmasının (yani amaç eylem) gerekliliği de aranmayacaktır.

ANAYASA’YA AYKIRILIK SORUNU

Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararında , Anayasa Mahkemesinin Mahkemesi'nin 31.03.1992 tarih ve  £ 1991/18, K. 1992/20 sayılı kararında da geçen” İncelenen kural uyarınca bir kimsenin terör suçlusu sayılması, elbette” terör örgütü mensubu olarak” örgütün amacı doğrultusunda bir suç işlediğinin ya da böyle bir örgüte mensup olduğunun, bağımsız mahkemelerce yapılan yargılama sonucu saptanmasına bağlıdır.”  değerlendirmesini esas alarak, direnme kararı vermişti.  

Oysa Anayasa Mahkemesi  TMK.2. maddenin  Anayasa’ya aykırılık iddiası oy birliği ile yerinde bulunmamıştır. 

Daha da beteri  Anayasa Mahkemesinin ret gerekçesidir. Mahkeme anılan kararında aynen “ …….. Maddenin ikinci fıkrasına göre, terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır ve örgüt mensupları gibi cezalandırılırlar. Örgüt adına suç işlemekten söz edildiğine göre suçun, örgütün bilgisi ve istemi içerisinde işlenmesi gerekir. Sadece terör örgütüne mensup olmanın suç sayılmasında suçun maddi öğesinin bulunmadığı savına gelince: Suç işlemese de örgüt mensubu olmayı suç olarak nitelendiren kural 7. maddedir. Bir örgüte girmenin suç sayılması, ceza hukukunda yeni değildir. Örneğin, aynı kural kaldırılan 141. maddenin beşinci fıkrasında yer almakta ve Türk Ceza Yasası’nın 168. maddesinin ikinci ve 313. maddesinin birinci fıkralarında da benzer kurallara rastlanmaktadır. Bu düzenlemeler, terör amaçlı örgütleri kurmanın ve bunlara katılmanın yaptırımsız kalmasını önlemektedir.

İncelenen kural uyarınca bir kimsenin terör suçlusu sayılması, elbette terör örgütü mensubu olarak örgütün amacı doğrultusunda bir suç işlediğinin ya da böyle bir örgüte mensup olduğunun, bağımsız mahkemelerce yapılan yargılama sonucu saptanmasına bağlıdır. Böyle bir nitelendirme temelde, yargı organının mahkumiyet kararına dayanır. Kişi bu alandaki suçluluğu belirlendikten sonra terör suçlusu sayılacaktır. Bu bakımdan Yasa’da “suçsuzluk karinesi”ne aykırı bir düzenleme yoktur. Örgüt mensupları, başkalarının eylemi sebebiyle değil, kendi isteğiyle böyle bir örgüte girdikleri için 7. madde gereğince cezalandırılmakta ve bunun sonucu 2. madde uyarınca terör suçlusu sayılmaktadırlar. Bu halde ceza sorumluluğunun kişisel olduğu ilkesi çiğnenmemektedir.” Demektedir.

Mahkeme bir taraftan , “elbette terör örgütü mensubu olarak örgütün amacı doğrultusunda bir suç işlediğinin”  diyerek yatay veya dikey  bir ilişki aramaktadır. Diğer taraftan ise bu bağı bütünüyle ortadan kaldıran 2/2 ‘de her hangi bir Anayasaya’ aykırılık görmemekte,bir önceki paragrafta yazılanlar adeta unutulmaktadır.

Hele 169 maddenin ortadan kaldırılması ile birlikte  elinden silahla yıllarca dağda gezenle,  ona evinde bir öğün yemek veren köylü  arasında hiçbir fark kalmamıştır.

Bu anlamıyla Terörle Mücadele Kanunu ve TCK/220.maddenin ceza adaleti ile hukukla uzaktan ve yakından hiçbir akrabalığı yoktur.

Meclisteki görüşmeler sırasında, bu bölüme muhalefet tarafından her hangi bir itiraz gelmediği gibi özellikle Adalet Komisyonunun CHP’li üyelerinin karşı oy yazılarına bakıldığında , talebin daha da  ağır bir TMK olduğu görülecektir.

CHP’li üyeler  karşı oy yazılarında   ,”Milli Siyaset  belgesine uygun olarak”   terörün “ irticai terör, bölücü terör, çıkar amaçlı terör, siyasi amaçlı terör olarak  ”  tanımlanması ve yasanında bu konsept üzerine oturması gerektiğini ,bu yasanın” silahsız örgütleri”   TMK kapsamına almadığını, irticai örgütler konusunda  bir düzenleme içermediğini,  terör konusunda önleyici kolluk hizmetlerini eksik bıraktığını (önleyici kolluk hizmetlerinden ne anlaşılması gerektiğine ilişkin ise  hiçbir öneri yoktur)  Basınla ve savunma ile ilgili hükümlerin  ise titiz düzenlenmediğinden dolayı yasanın bu haline katılmadıklarını ifade etmişlerdir.

Görüldüğü gibi ana muhalefet partisinin temel hak ve hürriyetler noktasında yasaya bir itirazı yoktur.   İstem, daha sert bir yasadır. Burada çıkar amaçlı çetelerin “TERÖR” kapsamına alınması talebi tabi ki ilginçtir . Ancak  daha da ilginç olan, “silahsız” örgütlerinde terör örgütü kapsamına alınması görüşüdür… Burada artık hukukun dili tutulmakta,  hukuk adına söylenebilecek geride bir şey kalmamaktadır. 

Zaten 9. Ceza Dairesinin pratiğinde  şüphelinin eyleminin hiçbir önemi yoktur.   9. Ceza Dairesi bu bir “TEHLİKE SUÇUDUR” gerekçesi ile eylemin niteliğine bakmaksızın   önüne gelen her dosyada  314.maddenin uygulanması gerektiğini söylemeye başlamıştır.


  




[1] Sanığın eylemi, babasının isteği üzerine Siirt'e gelen iki örgüt üyesiyle Halit'in evinde görüşüp onları bir akrabasının evine götürmek ve daha sonra çağırdıklarında okuldaki durum ve örgütsel faaliyetler hakkında bilgi vermek, bu konuda ve gönderilen bildirilerle ilgili olarak pusula yazmaktan ibarettir. Tüm işlemler dokuz günlük kısa bir süre içinde gerçekleşmiş ve sanığa kod adı da verilmemiştir. Sanığın yasa dışı örgüte kesintisiz, sürekli, uzun zaman devam eden bir yardımı olmamıştır. Kısa bir zaman dilimi içindeki eylemleri; belli bir yoğunluğa ulaşmadığı, örgütle organik bir bağ bulunmadığı, lojistik destek sağlanmadığı için yasa dışı örgüt üyesi olmak suçunu oluşturmayıp, TCY.nın 169. maddesinde yazılı örgüt mensuplarına hal ve sıfatlarını bilerek yardım suçunu oluşturmaktadır. Bu nedenle direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.(Yargıtay 1995/9-306 //383 s.kararı)

[2] ……. Sanık Aynur'un yakalanıp emniyete getirildiğinde hakkındaki suçlamayı dahi bilmeden polislere "faşist köpekler" diye bağırdığı, Gözetildiğinde sanıkların cezadan kurtulmaya ve kurtarmaya yönelik olduğu anlaşılan ve inandırıcı nitelikte görülmeyen inkara yönelik anlatımlarına itibar etmeye olanak yoktur (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 1995/9-94//117 sayılı kararı)


[3] Bu bilgi ve belgeler bir arada ele alınıp değerlendirildiğinde; çeşitli yargısal kararlarda vurgulandığı üzere, özgür iradeyle "özgeçmiş raporu" verilmesi, sanığın silahlı çeteyle organik bağ kurduğunun, çetenin vereceği görevleri yapmaya hazır olduğunun en önemli kanıtlarından biri olduğu gibi, özgeçmiş raporu verenin, henüz örgütle tanışmamış ancak onun düşüncelerini benimseyen ve amacı doğrultusunda yardımlarda bulunan kişilerden ayrılmasını sağlayan kıstaslardan da biridir. Örgüt tarafından kod adı verilmesi ise, sanığın silahlı çetenin verdiği görevleri yerine getirdiğini gösteren bir ölçüttür.(Yargıtay CGK 2002/9-60)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

1937/38 Büyük Tasfiye- Türkmenistan Raporu

ENSELERİNE KURŞUN SIKILAN ADALET BAKANLARI

BUHARİN'İN DRAMI.. 3.MOSKOVA DAVASI