Mutlak İktidar yada Dokunulmazlık..
Milletvekili Dokunulmazlığı ile ilgili CHP yöneticilerinin AKP ‘ye verdiği desteği, bir “İDRAK” sorunu ,tarihsel sorumluluktan kaçış yada basiretsizlik olarak görme saflığı içerisinde değiliz.
Bu politikayı tarih, Kürtlerden arınmış bir meclis hayaliyle AKP ile varılan ortaklık olarak , hafızasının içine atacaktır.
Bu adımın, rejimin şeklinin değişmesi ile sonuçlanabilecek bir sürece gittiği bu kadar açıkken, “, Anayasa ihlal ediliyor.İçimiz kan ağlamasına rağmen mecburuz” yüzsüzlüğü ile savunmaya kalkışmaları da işin sadece komik yönüdür.
Öncelikle getirilmek istenen değişiklik, dokunulmazlıkları kaldırmıyor, yok sayıyor.
Parlamenter sistem içerisinde dokunulmazlık konusundaki yasal tutum , siyasal tercihin ötesinde, rejimin niteliğini belirleyen bir vasıflandırmadır.
Dokunulmazlığı yok saymak, muhalefete iktidarın izin verdiği ve belirlediği şekilde politika yapmaya davet anlamına gelir.
Darbelerin her zaman meclis kapatılarak gerçekleşmesi gerekmeyeceği gibi, açık faşizmin sadece askeri darbelerle gelmeyeceğini de herkes bilir.
Eğer temel hakları ilgili ise Anayasa’nın bir hükmünün geçici bir süre ile yok sayılması , yada buna yönelik her türlü girişim, tüm Dünya’da anayasal düzene yönelik bir darbe olarak kabul edilir.
Geçmişte Anayasa mahkemesi; ilk 4. Maddenin değiştirilemeyeceğini ve değiştirilemeyeceğinin teklif edilemeyeceğini ifade eden 5.maddeye dayanarak , yapılan anayasa değişikliklerini Mahkeme denetimine açmıştı. Anayasa Mahkemesine başvuru açısından ,ana muhalefet partisinin imzalamadığı bir dava dilekçesinin yazılması da mümkün olmadığından , bu hukuk dışı değişikliğin yargısal denetimi de mümkün gözükmemektedir.
Anamuhalefet Partisi yöneticilerindeki idrak sorununun, parlamenter demokrasi yalanının vadesini mümkün olduğunca kısaltan sürecin başlangıcı olarak, hayırlı bir sonuca da vesile olabileceği ümidi ayrı bir tartışma konusudur..
Eğer sadece bir politik saflık söz konusu ise bu saflığı giderebilecek tek ilaç tarihe biraz geriden bakabilmektir.
Bir tarihsel tespit…
Marx genel oyla seçilen bir Cumhurbaşkanının siyasal pozisyonunun, Anayasa’ya göre çizilemeyeceğini bundan 164 sene önce söylüyor.
Louis Bonapart’ın 1851 yılı aralık ayında gerçekleştirdiği ,kendisini imparatorluk koltuğuna oturtan anayasal darbenin öncesini anlatırken, Fransa’nın oyları ulusal meclisin 750’sine dağılırken, burada tersine tek kişi üzerinde toplanır. Her milletvekili yalnız şu yada bu partiyi,şu yada bu kenti,şu yada bu köprü başını ve hatta salt yediyüzellinci herhangi bir kimseyi seçme zorunluluğu ,bir insan üzerindeki eşyadan daha fazla titizlik gösterilmediği bu seçme işini temsil ettiği halde, o ulusun seçtiğidir…..Seçilmiş ulusal meclis ulusa metafizik bir bağla bağlıdır. Ama seçilmiş cumhurbaşkanı ulusa kişisel bir bağla bağlıdır.Ulusal meclise elbetteki çesitli üyelerinde ulusal ruhun başka başka yönlerini temsil eder.ama bu ulusal ruh asıl olarak cumhurbaşkanında cisimleşir.Başkan meclis karşısında bir çeşit tanrısal hakka sahiptir. O halkın sayesinde başkandır. Diyor.
Tayyip Erdoğan’ın ruh halini, bundan daha iyi anlatan tarihsel bir metin her halde yoktur.
Dokunulmazlık konusunu da bu bağlamdan koparmak, akla uygun bir iş değildir ve bugün yaşananlar 1850 Fransa’sında yaşananlarla da büyük benzerlik taşır.
1848’de kurulan parlamento çıkardığı bir yasa ile milletvekili dokunulmazlığını “mali işlerle” ilgili yok saymıştı.
Louis Napoleon 2 Aralık darbesinde bu yasaya dayanarak o gece parlemento üyelerinin çoğunu tutukladı. İşin komik tarafı, Fransa Ulusal Meclisinde (Assemblée Nationale) kendi partisi veya kendisine bağlı bir milletvekili grubu da yoktu. Kendi taraftarlarından oluşan siyasal grup “10 Aralık Derneği” ismiyle zaten parlamento dışındaydı. Bu bir handikap mıydı ? bilinmez ama bu “yalnızlığı” sayesinde cumhurbaşkanı koltuğuna sahip olduğu da tarihsel bir gerçektir. Çünkü üzerinde uzlaşılmıştı.
Tayyip Erdoğan’ın siyasal pozisyonunun, bundan daha güçlü bir zemine dayandığı her halde şüphe götürmez.
13 yıllık iktidarı boyunca ,devletin
her alanına nüfuz etmiş, kadrolaşmış,yerel
yönetimlerin çoğu elinde, “onun
iradesi,irademizdir” diyen ve üstelik Meclis çoğunluğunun bunların tarafından oluşturulduğu, mutlak egemenliği engelleyecek ciddi hiçbir sorunun
ortada gözükmediği bir tablodan bahsediyoruz.
Bonapart’ın 2 yıl ancak süren kör ve topal bir iktidardan,
tam 20 yıllık bir imparatorluk yarattığı
düşünülürse, hala Tayyip Erdoğan’a
küçümser bir bakışla bakanların, yada “dışarıdan
buna izin vermezler” hayalini taşıyanların hiçbir öngörüsü yok demektir.
Kapitalist sistemde, parlamenter demokrasi olmazsa
olmaz bir tercih değil, bu sistemin var olduğu yönetim biçimlerinden sadece biridir.
Kapitalist her zaman onun
gelişmesini engellemeyecek güçlü bir iktidardan yana olmuştur. Bunun adı veya
biçiminin hiçbir önemi yoktur.
Kutsal olan kavramlar “istikrar ve
ekonomik büyüme”dir.
Yani istenen basittir. “Sermaye
büyürken,ortalık karışmasın” denir.
Marx “İnsanlar kendi tarihlerini
kendileri yaparlar, ama kendi keyflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde
yapmazlar, doğrudan veri olan ve geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar. Bütün
ölmüş kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla, yaşayanların beyinleri üzerine
çöker” der.
Yani ,algılamalarımızı biçimlendirenin geçmiş olduğunu söyler.
Toplumların gelişmesi ve ilerlemesinde, iktidar gücü
mantar gibi aniden ortaya çıkmadığı gibi, kişinin kendi iç dünyasında var olup,
ortamını bulduğunda yeşeren bir şey asla değildir.
Sistem kendi içinde , iktidar odaklarını yoktan yaratır,besler,büyütür işi bittiğinde de
tarihin çöplüğü içerisine bırakır.
Bu nedenle Erdoğan’lar
ve AKP gibi iktidarlar her zaman için
olacaktır. Olmasa bile yaratılacaktır.
Sorun bir sistem
sorunu olarak algılanmıyor ve mücadele araçları ona göre seçilmiyorsa,
yapılan her şey büyük ustanın dediği gibi “Yılların
hesabında yanlışlık yapmamak için dakikaları saymak”anlamına gelir.
Yorumlar
Yorum Gönder