FANATİZM ÜZERİNE
Dinin hakikati felsefede,Felsefenin
hakilati siyasette, siyasetin hakikati ise toplumda keşfedilir.
Henri Lefebvre[1]
Bruno Schirra[2]
bir araştırmacıdır. 1998 yılında, Auschwitz’de görev yapan Hans Münch’le bir söyleşi gerçekleştirir. Münch
o tarihte 87 yaşında, orta sınıf koşullarında yaşamaktadır.
Auschwitz’de Yahudileri yakmanın ne kadar zahmetli olduğunu anlatırken, konuklarını incelikle ağırlayan sevecen bir beyefendi olarak tanıtılır.
Münch, Yahudilerin odun yığını
üzerinde “kolay kolay” yanmamalarını, sonradan
çözdükleri bir teknik sorun olarak anlatır. Yapılması gereken iş, yakma
işlemi sırasında yakılan insanlardan çıkan yağı gövdelerin üzerine yeniden akıtmaktır.
Bu işi yapmakta tereddüt eden görevli tutsakların, buna itiraz ettiklerinde; kaynamakta olan bir sıvının içine itildiklerini aktarıp, ne kadar çabuk öldüklerine, bugün bile şaştığını söyleyen Münch konuklarına o sırada kek ikram etmektedir.. [3]
Bu işi yapmakta tereddüt eden görevli tutsakların, buna itiraz ettiklerinde; kaynamakta olan bir sıvının içine itildiklerini aktarıp, ne kadar çabuk öldüklerine, bugün bile şaştığını söyleyen Münch konuklarına o sırada kek ikram etmektedir.. [3]
Alman psikolog ve psikanalist
Arno Gruen[4] sağ
radikalizmi canlılık duygusunun sadece şiddet yoluyla yaşanabildiği bir varoluş
biçimi olduğunu söyler.
Kendinden nefretin öz yıkıma yönelik bir sonucu olarak, kimliksizliğin yaşamın bir amacı haline geldiğini, toplumdaki % 8-30 arasındaki bir oranının , itaat üzerine kurulu toplumsal yapıların içine kök salmış olan bu hastalıktan mustarip olduğunu, kurban durumunda olma duygularını örtük olarak taşıyan % 30 ile % 40 arasındaki grubu –özellikle ekonomik ve toplumsal sarsıntı dönemlerinde – peşinden sürükleyebileceği içinde bu grubun demokrasi için ciddi bir tehlike teşkil edebileceğini söyler.[5]
Kendinden nefretin öz yıkıma yönelik bir sonucu olarak, kimliksizliğin yaşamın bir amacı haline geldiğini, toplumdaki % 8-30 arasındaki bir oranının , itaat üzerine kurulu toplumsal yapıların içine kök salmış olan bu hastalıktan mustarip olduğunu, kurban durumunda olma duygularını örtük olarak taşıyan % 30 ile % 40 arasındaki grubu –özellikle ekonomik ve toplumsal sarsıntı dönemlerinde – peşinden sürükleyebileceği içinde bu grubun demokrasi için ciddi bir tehlike teşkil edebileceğini söyler.[5]
Fanatizm tarifleri hem
kolaydır. Ama aynı oranda eksik kalır. Hakim ideolojinin çarpıtan aynasından bakılarak yapılan
tarifler, şiddet kaynağı olarak sunulan “fanatizmi”
çarpık bir şekilde anlatır.
Yukarıda bahsedilen örnek ,sıradan insanların iktidar
ilişkileri ile birleşince ,fanatik şiddetin rahatlıkla öznesi haline
gelebileceğini gösterdiği gibi, bir alttaki araştırma sonuçları ise
fanatizmin marjinal grupların sapması
olarak görülemeyeceğini, toplumun bütününe yayılmasının an meselesi olduğunu
göstermesi açısından değerlidir.
Fanatizmi kavramsallaştırır ve siyasal şiddetle
arasındaki bağı kurarken, kavramı sadece aşırılık üzerinden anlamak, bizleri son derece spekülatif bir zemine doğru götürecektir.
Dogma ile fanatizm
arasında birbirini besleyen diyalektik bağ , geçmiş dahil toplumsal yaşamı
biçimlendiren tüm unsurların içerisinde aranmalıdır. Devlet, iktidar ve üretim ilişkilerinden
bağımsız fanatizm tarifleri/ yada fanatizmi anlama çabaları son derece sorunlu
olduğu bir tarafa eksen kaymasına da neden olur.
Alberto Toscana[6]
“Fanatik” i siyasi literatürün en ağır yaftalarından biri olarak tarif ederken,
politik olarak her türlü düşünceye kendini kapatır bir şekilde “.Hoşgörü sınırlarını aşan ve iletişime
kapalı, akılcılığın çerçevesi dışında durur; hiçbir argümana tahammül edemeyen
ve ancak kendine rakip gördüğü her türlü hayat görüşü veya tarzı ortadan
kalktığında yatışacak olan azılı bir inancın
boyunduruğu altındadır.” Der.[7]
Winston
Churchill ise “kafasını değiştirmeyen
,konuyu da değiştiremeyecek olan biri” olarak takdim ederken, Hegel
Fanatizmi “soyut coşkusu”olarak
tanımlar. Kant ise “Batıl din,aklı
algıların yanılsamasına tabi olma ilkesine dayanır.Fanatizmde, insanlar
kendilerini insanlığın üzerine çıkarır” Coşku olmadan mücadele,aşırılık
olmadan coşku olmaz…der.
Kavram aynı zamanda son derece politik bir kavramdır. 19 yüzyılda İngiliz
İmparatorluğu adına Hindistan’ı keşfe çıkan kaşiflerin , isyan bastırma konusunda
uzman kraliyet görevlilerin isyancıları “FANATİK “olarak yaftalandırıp, yok
edilmelerini savunmaları da kavramın ne kadar geniş kullanım alanına sahip
olduğunu göstermesi açısında önemlidir.
İngilizler “fanatizm”
fikrinin sömürgeci kullanımı konusu son derece ustadır.
Sudan’da 1880’lerde
patlak veren Mehdi isyanının ardından, kullandıkları kavram “derviş fanatizmi” dir. İsyancılardan” Dinsel fanatizm ile askerlik ruhunun korkunç
karışımıyla hayat bulmuş” Araplar
olarak bahsederler.
Fanatizmin antropolojik bakış açısıyla bir ırka
bahşedilmesi , İngiliz askerlerinin de kendi akıl almaz, acımasızlıklarını
zorunlu bir şey olarak görmelerine yol açmıştır.
Bir asker “Bugüne dek
gördüğüm en cesur adamlar…Yaralıların hepsini vurup süngüden geçirdik,
ellerinin uzanabildiği herkese mızrak yada bıçak salladıkları için onları
öylece bırakamazdık” demektedir.
Bir başka asker ise “Birinin kafasına kahvaltıda yumurta kırar gibi ortasından ayırdım…Öfkeden deliye dönmüştüm..Bir şeytan gibi savaştım ve o korku nedri bilmez şeytanları öldürmek,yalnızca ve yalnızca öldürmek istedim.” Der.[8]
19.yüzyılda Amerika’da kölelik karşıtı, koşulsuz insan
haklarını savunan hareketlerin “fanatizm”le suçlaması bunu doğrular.
ABD’de iki kez Devlet Başkanı yardımcılığını yapan John
C.Calhoun'ın, köleliği” pozitif iyi” olarak tanımladığı ünlü konuşması; kölelik
karşıtlarını “fanatik”olarak tanımlar.
Kuzeyli nüfusun kölelik karşıtı tutumunu ,“fanatik kesimin" yol açtığı uğursuz ve bulaşıcı kölelik karşıtı ajitasyon tehdidi ile güney eyaletlerin iktidarlarının sınırlanması olarak görür.
Kuzeyli nüfusun kölelik karşıtı tutumunu ,“fanatik kesimin" yol açtığı uğursuz ve bulaşıcı kölelik karşıtı ajitasyon tehdidi ile güney eyaletlerin iktidarlarının sınırlanması olarak görür.
Kölelik karşıtlarını “fitneci ve fanatik” olarak suçladığı bu konuşmasında, aynen şunu söyler “Eğer
kendimizi savunmazsak bizi kimse savunmayacak,eğer karşı koymazsak bizi daha
çok sıkıştıracaklar, eğer boyun eğersek ayaklar altına alınacağız.Bu
FANATİKLERİN özgürleşmekle yetinmeyecekleri açık. Sonraki adımları zencileri toplumsal ve siyasal bakımdan
beyazlarla eşit hale getirmek olacak; bunu başardıktan kısa süre sonra da iki
ırk arasındaki mevcut durumu tersine
çevirecekler” der.
Aynı kuşak Güney siyasetçilerinden Albay Willam Drayton ise
bu konuşmadan bir yıl önce Calhoun’la aynı telden çalmaktadır.
Kölelik karşıtı “fanatikleri”,ülkenin
anayasası ve kurumlarının iyileştirmeye
çalıştığı milli yaraları kaşıyan bölücü
ve fitneciler olarak gören Drayton kölecilik karşıtları için –beyinlerinde tüten dökme kurşundan yükselen
buharları ilham sananlar için en etkili çözüm deli sandalyesi veya deli
gömleğidir diyerek tıbbi çözümünü ortaya koymuştur.
Kölelik karşıtlarını bölücü,fitneci ve fanatik olarak gören
Drayton’nun kendi mahallesi olan güney
eyaletlerindeki gazeteler ise o günlerde, yevmiyesi beş dolar civarı bir
paraya hizmet veren kiralık nigger dogs
ilanları ile doludur.
İlanlar kaçak kölelerin izini bulan,onları yakalayan ve sağ
salim efendilerine geri getiren bu
köpeklerin özelliklerini göklere çıkarmaktadır. İlana konu kiralık av köpekleri
takip ettiği kişinin geçtiği yerleri saatler geçse bile bulabilmektedir..
Köpeğe verilen eğitimin en önemli parçası ise köpeğin siyah ete dişlerini
geçirmemeyi öğrenmesi için verilen uzun süreli eğitimdir. Çünkü kölelerin kötü
davranışlarını cezalandırma hakkı yalnızca yasal sahibine aitti.[9]
Aydınlanma döneminde, Fransiz entelektüellerinin dinsel
fanatizme yönelik eleştirilerini ve bunun politik alana yansımalarını sert bir
dille karşı koyan Edmund Burke “Bu dehşet verici fanatizm ,fanatizmden bin
kat tehlikeli değilmi dir ?diye sorar. İngiliz tarihçi Erich Hobsbawn [10]“yepyeni bir dünyaya yönelik imkansızcı
arzu”derken, Büyük devrimlerin arkasındaki insanüstü için çaba için gerekli
araçtır. Diye de ekler.
Daha ilginç bir tespitte yine Marx’tan gelir. Marx , kapitalizm iktisadi toplulukların “ara
dünyasında “ ticaret aracılığıyla çıktıysa, fanatizminde siyasi grupları ayıran
sınır bölgesinde ,çatışmanın hem ürünü ve hemde faili olarak çıkacağını söyler
Yine Marx”radikal olmak meselenin kökenine inmektir.Ancak
insan söz konusu olduğunda ,meselenin kökeni insanın bizzat kendisidir”der..
Marx 1867’de Ateizmin artık otoriteleri kışkırtma becerisi
bakımından dahi öncü bir güç olmadığını ileri sürmüş, “Devlet kilisesi ….otuz dokuz
maddelik kurallarından ,otuzsekizine yönelik bir saldırıyı ,kendi gelirinin
otuz dokuzda birine yönelik bir saldırısna daha kolay affedecektir. Bugün
ateizm ,mevcut mülkiyet ilişkilerinin eleştirisi ile kıyaslandığında ,öyle
affedilmeyecek bir kabahat değildir [11] demiştir .
1842’de yayınlanan başmakalesinde ise “kadim devletlerin çöküşünün nedeni,kadim dinlerin çöküşü
değildi.Bilakis kadim dinlerin çöküşünün nedeni kadim devletlerin çökmesidir.”
Der.
1843’de Bauer’e verdiği yanıtta “Dinin varoluşu bir kusurun varoluşu olduğu için,bu kusurun kaynağı
bizzat devletin doğasında aranmalıdır.Dini bir temel olarak görmüyoruz
artık,seküler darlığa ilişkin bir fenomen olarak görüyoruz ,diyede ekler
Dinin işçi sınıfı hareketinin sosyalist siyasetine dini zerk
etmeye yönelik çabalara yönelik olarak ise Marx dini “gerçek ızdırabın dışavurumu hemde gerçek ızdıraba karşı bir itiraz”
olarak tanımlar;sadece devletin dininden değil “ezilenin iç çekişi,kalpsiz
dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhu “diye tanımlar. Engels “Bugün
hala Tanrıya sunulabilecek tek hizmet, ,ateizmin uygulanabilir bir inanç olduğunu
açıklamaktır” der.
FANATİZM VE AYDINLANMA
Diderot ve D’Albert’in Ansiklopedi ve yada
Bilimler,Zanaatler Açıklamalı sözlüğünde Rousseau’nun arkadaşı Fransız
Devriminin önemli simalarından Deleyre “fanatizm” bölümünü kaleme almıştır.
Bu bölümde Fanatizm aynı anda hem çok çeşitli sunulur, hem
tek anlamlı sunulur. Deleyre Fanatizm’i eylem halindeki hurafe olarak sunarken,
fanatizmin işleyişinin bulunduğu her
yerde aynı olduğu fikrini ısrarla savunur. Fanatizm’in her yerde yaygın olduğunu savunurken, tarihin
baştan sona fanatizm tarihi olduğunu da söylemekten de imtina etmez.
Nedenlerini ortaya koyarken ise agnostik
(bilinmezcilik) bir tutum ortaya koyar ve yaklaşımında açıklamaktan ziyade, kural koyma tavrı
sergiler.
Deleyre açlık,değersizlik,güç
ve korku ve hurafe gibi birbiri ile
bağlantısı olmayan kavramları, birini diğerinden üstün tutmadan sıralar. Ve
sonuç olarak “Tanrıyı kan dökerek memnun
etme fikri nereden gelirse gelsin,sunaklardan akmaya başladımı kanı durdurmak
imkansız hale gelir” der.
Fanatizmi tanımlaması da belli başla özelliklerinden yola
çıkılarak yapılan tanımlamadır. “Fanatizm
insanların taklit,iletişim ve demogojiye bağlı deliliğidir.”dedikten sonra köktendincilikle ilişkilendirerek,”tanrıları
katliamlarla teskin etmeye çalışan ilahileştirilmiş bir adaletsizliktir” diye
de ekler.
Deleyre’nin bakış açısında fanatizm aklın yokluğundan ziyade
sınırlı ve doğal olmayan bir akıl olarak yansır.Bunu ifade ederken hurafe ve
fanatizmi birbirinden ayırır ve hurafe hakiki dine yakınsa ,fanatizmde
haklı inanca yakındır ve bu nedenle de tehlikeli bir güçtür der.Yine
fanatizm ile hurafe arasındaki ayrımı ,hurafenin insanları kendi buyruğu altına
alıp aşağıladığını ,hurafenin biricik evladı fanatizmin ise sebebiyet verdiği
tüm korkulara rağmen insanları yücelttiğinin de
altını çizer.
Fanatizmin tedavisine bulduğu çözüm ise tamamen “tıbbidir ve
..Soğuk banyolar,kan alma ve kliniğe
kapatma gibi yöntemleri önermekten çekinmez.
Deleyre’nin “tıbbi” önerisine karşılık olarak,Volteire’de
benzer şeyler savunmuştur.
Ateşli hastalıkta sayıklama,öfkede kudurma ne ise
boş inançta bağnazlık odur.der. ve Coşku içinde kendinde geçen,bir takım
hayaller gören, düşleri ve kuruntularını keramet sayan insan bir
meczuptur..diyede ekler.[12]En
tiksindiri bağnazlık örneği olarak ta,[13] Saint Barthelemy Katliamı’nı gösterir. ”Katolik
ayinine gitmeyen hemşerilerini ,Bartgelemy gecesi öldürmeye,boğazlamaya,paramparça
etmeye koşuşmuş olan Paris burjuvalarının bağnazlığıdır. Der..
Fanatizm’ i bir salgın hastalık
olarak gören Volteire,”ilaç olarak felsefi düşünceyi” önerir ve Ruh hastalarına
karşı ne yasalar, nede din yeterlidir deyip ekler “Din onlar için kurtarıcı bir
besin olmak şöyle dursun ,çürümüş beyinlerde zehir halini
alır,kudurganlıklarını,bu günahları hiçte hoş görmeyen aynı dinden bulup
çıkarırlar. Bu kuduz nöbetlerine karşı yasalar çok güçsüzdür.Böyleleri içlerini
dolan kutsal ruhun yasalardan üstün olduğuna,coşkunluklarının dinlenmeleri
gereken biricik yasa olduğuna inanırlar, …
Ne yapmalı;
Voltaire, Felsefe
sözlüğünün Eşitlik (Egalité) maddesine şöyle başlar “ Köpek köpeğe, at ata ne borçludur? Hiçbir şey. Hiçbir hayvan ötekinin
buyruğu altında değildir. Ama insanoğlu akıl denen Tanrı ışığına kavuşmuş. Ne
kazanmış biliyor musunuz? Dünyanın her yerinde köle olmayı”[14]
Katolik kilisesi 1234 yılından itibaren kadınların kilisede
şarkı söylemelerini yasakladı.
Kiliseye göre
“Havva’nın günahını
miras alan kadınlar,sadece erkek çocuklar yada hadım edilmiş erkekler tarafından
seslendirilen kutsal müziği kirletiyordu.”[15]
Sessizlik cezası 20.yüzyıl başlarına dek,tam yedi asır boyunca devam etti.
Vatikan Ruhani Meclisi, 1870 yılı toplantısında oybirliğiyle
kabul ettiği Dei Filius anayasasını, şu kesin kurallarla sınırlamıştı: Her kim, kutsal kitapları, 30.yıl Ruhani
Meclisinin bildirdiği gibi, bütünlükleri içinde ve bütün bölümleriyle kilise
kurallarına uygun saymaz da bunların Tanrı bildirisi olduğuna inanmazsa o
kimseye lanet olsun. Her kim, bilimin gelişmesine göre kilisenin ilerisüreceği
dogmalara, kilisenin anladığı anlamdan başka bir anlam verirse, o kimseye lanet
olsun.
Çünkü, Tanrının bildirdiği insan öğretisi, insan zekasının
yetkinliklerine bırakılmamış, Tanrısal bir armağan gibi titizlikle saklanmak ve
değiştirilmeden öğretilmek üzere İsa’nın karısı olan kiliseye verilmiştir.[16]
Fanatizm tartışmasını “dini
yanlış yorumlayan bağnazlar” gibi sadece dinsel boyuta indirgenmesi aslında
aydınlanmacı bakış açısının da çarpık bir yorumundan başka bir şey değildir.
Din kaynaklı/ görünümle şiddet
hareketlerinin sosya-ekonomik boyutunun inkarı anlamına gelir.
Tartışmanın
boyutu sadece “şiddet
“üzerinden kurulacaksa, emperyalist
savaş ve işgallerde yaşamlarını kaybeden milyonların adlarını başka bir deftere
yazarak, fanatik şiddetin dili tercüme edilemez.
Toplumsal,siyasal ve ekonomik hiçbir koşulu görmeden, dinsel şiddet ve fanatizmle “ dinin
doğru yorumu” ile baş etmeye çalışmak, karşıtını yani “dinin daha
doğru yorumunu” yapanları doğuracaktır.
“Gerçek din” diye
bir şey yoktur. İktidar dili ile “dinin
doğru yorumu” kitleleri manipüle etmenin sadece bir aracıdır. Şiddeti
ortadan kaldırmaz, şiddetin sadece biçim değiştirmiş yeni halini doğurur.
Marks’ın 30 kasım 1842’de Arnold Ruge’ye yazdığı
mektupta, belirttiği gibi”Siyasi
koşulları din çerçevesinde eleştirmek yerine,siyasi koşulların eleştirisi
çerçevesinde dini eleştirmek gerekir.Çünkü kendi başına dinin bir içeriği
yoktur.Din kendi varlığını cennete değil,Dünyaya borçludur.Din çarpıtılmış bir
gerçekliğin teorisidir.Ve bu gerçekliğin
ortadan kalkmasıyla din de çökecektir.
İster dini kaynaklı olsun, isterse doğrudan politik kaynaklı
olsun, Fanatizm’i neyin tetiklediği sorununun günümüzdeki cevabı, kapitalizmin
eşitsiz gelişme koşullarında yani küreselleşmede aranmalıdır.
KANT Politika “yılanlar
kadar ihtiyatlı olun” ,ahlak ise buna bir sınırlama koyar “ama kumrular kadar saf “tır .. der ve ekler Ahlakçı-politikacının temel ilkesi olarak, eğer bir devletin yapısında yada
diğer devletlerle olan ilişkilerinde, önüne geçilemeyecek yanlışlar bulunursa,
bu uğurda kişisel çıkarlarını feda edecek olsalar bile, ellerinden geldiği
kadar bu yanlışları düzeltecek yollar aramak ve aklın gözlerimiz önüne ideal
bir örnek olarak koyduğu doğal hukuka yaklaşmak özellikle devlet başkanları
için ödevdir[17]…. Der..
Kant’ın getirdiği ahlakçı bakış açısı, ideal olanı sunar.
Ancak sorunu kavramamız için yetersiz kalır.
Küreselleşmenin doğmaları,tek tip düşünce tarzına
dayanmakta, yurttaşların toplumsal hakları serbest rekabet ilkesine tabi
kılınmakta, toplumsal yaşamın tüm alanları
para piyasasının insafına terk edilmektedir.
Ulus devletlerden bu küresel politikalara uyum sağlamaları talep edilirken,istihdam,sağlık ,eğitim hizmetleri,kültür ve çevre sorunları gibi temel politikalar küreselleşmenin getirdiği ulusütü hukuka tabi kılınmaktadır.
Ulus devletlerden bu küresel politikalara uyum sağlamaları talep edilirken,istihdam,sağlık ,eğitim hizmetleri,kültür ve çevre sorunları gibi temel politikalar küreselleşmenin getirdiği ulusütü hukuka tabi kılınmaktadır.
Sermayenin yoğunlaşması ve küreselleşmenin toplumsal
dayanışmayı yok ettiği, bireyselleşme ve yalnızlaşma olarak yaşamlarımıza
fatura edildiği açıktır.
İnsanlığın asıl sorunları olan yoksulluk,açlık, kölelik ve küresel sermayenin paylaşım savaşları sürdüğü fanatizmin/şiddetin güvenlik politikaları ile yok edileceği
varsayımı sadece hayalden ibaret kalacaktır.
Zengin ülkelerle yoksul ülkeler arasındaki uçurum her geçen
gün artmaktadır. Yüzyıl öncesinde bu oran 10’a 1 iken bu oran 100’e 1’i
bulmuştur. Eğer dur denilmezse, bunun daha büyüyeceği ve çatışma alanlarını genişletilerek yeni
paylaşım savaşlarına yol açacağı görülmelidir.
Konuyu bir güvenlik meselesi olarak ortaya koymak onu dost
ve düşman mantığı içinde konumlandırmaya yol açar.[18]
Nazilere ilham veren hukukçu Carl Schmitt[19]
“siyasi olan, en şiddetli ve aşırı
zıtlıktır” der. Ve her somut zıtlık en uç
noktaya,dost-düşman sınıflandırmasına yaklaştıkça bir o kadar siyasi
hale gelir”[20]
Schmitt için bu dost-düşman zıtlığı siyasi olanın özüdür, en yüksek noktasına egemenliğin ileri sürülmesine ve yeniden kurulmasına olanak veren istisna haline(olağanüstü hale) ulaşır. “Egemen istisna haline/olağanüstü hale karar verendir.” En ünlü sözüdür.
Schmitt için bu dost-düşman zıtlığı siyasi olanın özüdür, en yüksek noktasına egemenliğin ileri sürülmesine ve yeniden kurulmasına olanak veren istisna haline(olağanüstü hale) ulaşır. “Egemen istisna haline/olağanüstü hale karar verendir.” En ünlü sözüdür.
Olağanüstü hal/istisna hali güvenlik gerekçesine dayanan hukukun,
hak ve özgürlüklerin askıya alındığı bir süreci anlatır .
Jeff Huysmans[21] “güvenlik hakkında konuşmak ve yazmak asla masum değildir, faşist seferberliğe bir fırsat penceresi açılmasına katkıda bulunma riskini her zaman taşır ” der.
Jeff Huysmans[21] “güvenlik hakkında konuşmak ve yazmak asla masum değildir, faşist seferberliğe bir fırsat penceresi açılmasına katkıda bulunma riskini her zaman taşır ” der.
Nazilerin sürekli
Nazi devletinin eylemlerini gizlemek için edebi kelamlar kullandığı ve politik sorunları
yeniden ifade etmek için dille oynadıkları herkesçe bilinir.
İki örnek vermek gerekirse, köle emeği yerine “üretken iş” ,yada tutuklanmak yerine “koruyucu gözaltı.” deniyordu.
Benzer bir biçimde, değerli eşyaları devlet tarafından soyulan insanlara devletin basitçe mallarını güvenceye aldığı söyleniyordu.
Benzer bir biçimde, değerli eşyaları devlet tarafından soyulan insanlara devletin basitçe mallarını güvenceye aldığı söyleniyordu.
“Güvenlik” Naziler tarafından yürütülen yasal
terör sisteminin her zerresine nüfuz
etmişti.
Bu olağan yargılama ve cezalandırma sistemi, o kadar çok çok insanı hapsediyordu ki, Ağustos 1944’e kadar normal hapishanelerdeki insan sayısı toplama kampındakilerin sayısını aşmıştı.
Bu olağan yargılama ve cezalandırma sistemi, o kadar çok çok insanı hapsediyordu ki, Ağustos 1944’e kadar normal hapishanelerdeki insan sayısı toplama kampındakilerin sayısını aşmıştı.
Bütün sistem 24 kasım 1933 tarihli “Suç İşlemeyi Alışkanlık Haline
Getirmiş Tehlikeli Suçlulara Karşı Kanundan gelen ‘güvenlik tutuklaması ‘ fikrine dayanıyordu.Bu tür gözaltının esası ,alınan kişilerin
güvenlik düşmanı sayılmalarıydı.
Nazilerdeki güvenlik mantığı,
sadece dışlama değil, son kertede yok etme eylemine de yol açtı.[22]
“Nihai Çözüm”ü başlatacak resmi toplantı olduğu söylenen 20 Ocak 1942 tarihli
Vanse Konferansi özünde “ güvenlik
polisinin “basit bir toplantısı olarak gözüküyordu.
Nazilerden günümüze de miras kalan Güvenlik politikalarının
özünde, özgürlük ve özgürleşme vizyonu değil, toplumun sermaye ve devlet
etrafından biçimlendirme fikri yatar. Siyasal iktidar “ güvenlik” üzerinden insanı yeniden biçimlendirir ve siyasi
eylemleri etkisiz kılarak, toplumdan
devlete ve onu destekleyen kurumsal şiddetine teslim olması beklenir.
Kategorik olarak tüm güvenlik politikaları, toplumsal korkuyu
besleme ,yayma ve iktidara kayıtsız koşulsuz teslim olma fikrine dayanır.
Güvenlik gerekçesi ile temel hak ve
özgürlüklerden feragat etme daveti kabul edilmemelidir.
Günümüzde Fanatizm ,kurumsallaşmış bir devlet şiddeti olarak
karşımızda durmaktadır.
Bu tartışmanın, bir siyasal düşünceye yada dini inanca kör körüne bağlı insanların toplumsal yaşamı tehdidi üzerinden yürütülmesi, zihni bulandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Bu tartışmanın, bir siyasal düşünceye yada dini inanca kör körüne bağlı insanların toplumsal yaşamı tehdidi üzerinden yürütülmesi, zihni bulandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
[1]
Lefebvre,
Hagetmau, Landes, Fransa'da
doğdu. Paris Üniversitesi (Sorbonne)'nde felsefe okudu ve 1920 yılında mezun
oldu.1924 yılında beraber çalıştığı Paul Nizan, Norbert Guterman, Georges Friedmann, Georges Politzer ve Pierre Morhange ile "Philosophies" adlı
felsefe grubunda bir "felsefi devrim" arayışındaydı[2]. Bu
çaba, Fransız Komünist Partisi (FKP)'ne doğru kaymadan önce, Gerçeküstücüler ve
diğer gruplarla temasa geçmelerini sağladı. Lefebvre 1928'de FKP'ye
katıldı.1930 - 1940 yılları arasında Lefebvre, felsefe profesörü olarak çalıştı
ve 1940'da Fransız Direnişine katıldı. 1944 - 1949 yıllarında Radiodiffusion
Française'de yönetici oldu ve Toulouse'da Fransızca radyo yayıncılığı
yaptı.Gündelik hayat eleştirileri ilk olarak 1947 yılında basıldığında, COBRA
ve Durumcular arasında entelektüel bir etki oluşturdu[3].1958'de
Lefebvre FKP'den ayrıldı. Daha sonraki yıllarda Arguments ve New Left
dergisinde yayın kuruluna katıldı.1965 yılında Nanterre'deki üniversiteye
geçmeden önce, 1961 yılında başladığı Strasbourg Üniversitesi'nde sosyoloji
dersleri verdi.Lefebvre 1991 yılında öldü.
[2] Alman
gazeteci ve editör
[3] Arno
Gruen-Demokrasi mücadelesi
[4]
Arno Gruen- Alman psikolog/psikanalist. Gruen 1923 yılında Berlin'de doğdu,
1936 yılında ailesi ile birlikte ak
Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etti.New York City College okudu. Ardından,
New York Üniversitesi'nde psikoloji yüksek lisans eğitimini tamamladıktan
sonra, o psikologlar için ilk psikanalitik eğitim merkezlerinden biri olan
Theodor Reik’te ve New York Psikanaliz
Ulusal Psikoloji Derneğinde eğitim aldı. Türkçe yayınlanan eserleri ;Normalliğin Deliliği,Kendine
ihanet,Empatinin yitimi,demokrasi mücadelesi,ihanete uğrayan sevgi
[5] Arno
Gruen-Demokrasi mücadelesi
[6] Alberto Toscano, İngiltere'de çıkan Historical Materialism dergisinin
editörü ve Londra'daki Goldsmith's Üniversitesi'ndeki sosyoloji bölümünde
öğretim üyesi, New Left Review'da
yazıları yayımlanıyor, 2010'da Fanatizm başlıklı
bir kitabı , daha önce sinde 2006'da yayımlanan Theatre of Production: Philosophy
and Individuation between Kant and Deleuze adlı bir
kitabı bulunmaktadır..
[7] Alberto
Toscana –Fanatizm-Bir fikrin kullanımları üzerine
[8] Alberto
Toscana –Fanatizm-Bir fikrin kullanımları üzerine.
[9] Eduordo
Galeoano-Aynalar
[10] 9 Haziran 1917-1
Ekim 2012) İngiliz Marksist tarihçi ve yazar. Hobsbawm uzun süre İngiltere Komünist Partisi'nin üyeliğini yapmıştır. Komünist Tarih Grubuna da katıldı. Londra'daki Birkbeck, Londra Universitesi'nin başkanıdır.
[11]
Marx.Kapital 1.cilt önsöz
[12]
Volteire- Felsefe Sözlüğü-Fanatizm bölümü
[13] Saint Barthelemy Katliamı, Aziz Barthelemy Günü'ne denk düşen 24 ağustos 1572 tarihinde Fransa'da Katolikler tarafından Huguenot denilen Protestanlara karşı gerçekleştirilen katliam.Bu katliam Fransa ve İspanya'nın Flanderes bölgesini denetim altına almak istemesi sebebiyle ve Katolik ile Protestan asilzadeleri arasındaki iktidar çekişmesinden dolayı meydana gelen olaylardan biridir. Fransa Kralı IX. Charles'ın İspanya'ya yakınlığı ile bilinen annesi Catherine de Medicis'in I. Henry, Duke Guise'i kullararak kralın Protestan yardımcısı Amiral Gaspard de Coligny'ye düzenlediği suikastir. Olaydan yaralı kurtulan ve evinde ağır yaralı yatmakta olan Coligny'i öldürmek için ikinci bir saldırı düzenleyen katolik asilzadeler bunu başarmışlar ancak bu kez önü alınamayan bir katliama sebep olmuşlardır.24 Ağustos 1572 sabaha karşı beyaz haçlı giysileri giymiş Katolikler evlerinde uyumakta olan Protestanlara saldırdılar. Önce Pariste başlayan katliam daha sonra bütün ülke geneline yayıldı. İki gün süren katliam sonucunda resmi olmasa da yaklaşık 100.000 Protestanın öldürüldüğü tahmin edilmektedir.26 Ağustos 1572'den sonra sağ kalan Fransız asıllı Protestan soyluların tamamı dinlerini terkederek Katolikliği kabul etmiş, halk tabakası ise İsviçre ve Almanya'ya sığınmıştı.
[13] Saint Barthelemy Katliamı, Aziz Barthelemy Günü'ne denk düşen 24 ağustos 1572 tarihinde Fransa'da Katolikler tarafından Huguenot denilen Protestanlara karşı gerçekleştirilen katliam.Bu katliam Fransa ve İspanya'nın Flanderes bölgesini denetim altına almak istemesi sebebiyle ve Katolik ile Protestan asilzadeleri arasındaki iktidar çekişmesinden dolayı meydana gelen olaylardan biridir. Fransa Kralı IX. Charles'ın İspanya'ya yakınlığı ile bilinen annesi Catherine de Medicis'in I. Henry, Duke Guise'i kullararak kralın Protestan yardımcısı Amiral Gaspard de Coligny'ye düzenlediği suikastir. Olaydan yaralı kurtulan ve evinde ağır yaralı yatmakta olan Coligny'i öldürmek için ikinci bir saldırı düzenleyen katolik asilzadeler bunu başarmışlar ancak bu kez önü alınamayan bir katliama sebep olmuşlardır.24 Ağustos 1572 sabaha karşı beyaz haçlı giysileri giymiş Katolikler evlerinde uyumakta olan Protestanlara saldırdılar. Önce Pariste başlayan katliam daha sonra bütün ülke geneline yayıldı. İki gün süren katliam sonucunda resmi olmasa da yaklaşık 100.000 Protestanın öldürüldüğü tahmin edilmektedir.26 Ağustos 1572'den sonra sağ kalan Fransız asıllı Protestan soyluların tamamı dinlerini terkederek Katolikliği kabul etmiş, halk tabakası ise İsviçre ve Almanya'ya sığınmıştı.
[14]
Volteire_Felsefe sözlüğü
[15] Eduorda
Galeoano-Aynalar
[16] Orhan
Hançerlioğlu-Düşünce Tarihi
[17] Edebi
barış üzerine Felsefi Deneme-İmmunel Kant
[18] Mark Neocleous-Güvenlik ve Savaş
[19] Carl
Schmitt (d. 11 Temmuz 1888 - ö. 7 Nisan 1985), Alman hukukçu,
Katolik filozof, siyaset kuramcısı ve hukuk profesörü.Babası
küçük bir işadamı olan Schmitt, Plettenberg, Vestfalya'ya
Alman Roma Katolik bir ailenin oğlu idi. Berlin, Münih ve Strasbourg'da hukuk okudu ve 1915
yılında mezun olduktan sonra devlet sınavlarına girdi. 1916 yılında orduya
girmek için gönüllü oldu. Aynı yıl, Strazburg'da aptığı Habilitasyon'u
kazandı. Münih, Greifswald, Bonn, Berlin ve Köln gibi çeşitli işletme okullarda
ve üniversitelerde ders verdi.
1933'den II. Dünya Savaşı yılı sonuna kadar
düzenlenen bir pozisyon içinde Berlin Üniversitesi'nde profesör oldu. Schmitt,
1 Mayıs 1933 tarihinde Nazi Partisine; hızlı bir şekilde Hermann
Göring tarafından atanarak "Preußischer Staatsrat"
(Prusya Devlet Danışmanı) ve Kasım'da ("Nasyonal-Sosyalist Hukukçular
Birliği") "Vereinigung nationalsozialistischer Juristen"
nin başkanı oldu.Haziran 1934 yılında, Schmitt kendi yayınlanan gazetesi
"Deutsche Juristen-Zeitung" ("Alman Hukukçular Gazetesi")
için baş editör oldu. Nazilerin ırkçı teorilerini eleştirdi. Schmitt,
"Reichsfachgruppenleiter" (Reich Profesyonel Grup Lideri) görevinden
istifa etti.Savaşın sona ermesiyle Schmitt 1945 yılında, Amerikan kuvvetleri
tarafından ele geçirildi; bir toplama kampı içinde bir yıldan fazla geçirdikten
sonra 1946 yılında serbest bırakıldı ve Plettenberg'deki evine
döndü.
[20] Carl
Schmitt-Siyasal İlahiyat..
[21]Jeff Huysmans- Londra Kraliçe
Mary Üniversitesi öğretim üyesi.
[22] Mark
Neocleous-Güvenlik şiddet ve Savaş (İnsanlık dışı güvenlik)
Yorumlar
Yorum Gönder