"Müsait Telakki edilen Vaziyetler" SEGBİS YARGILAMASI.....
Bugün kalıcı hale getirilen OHAL rejiminin, yarattığı tahribat, yargı rejimini ve onun bu güne kadar kör topal getirdiği tüm gelenekleri yok etmiş, kuralsızlık, kural haline gelmiştir.
Getirilen en büyük kuralsızlıklardan biri de SEGBİS yargılamalarıdır. Bu kuralsızlık OHAL ilanından sonra çıkan 667 sayılı KHK'de Hakim ve Mahkemenin" uygun gördüğü durumlarda " şüpheli yada sanığın sorgusunun yapılabileceği veya duruşmalara katılmasına karar verebileceği şekildeki bir düzenleme ile ortaya çıkmış, suç türü ve sanığın iradesine bakılmaksızın yargılamaların tümü SEGBİS yolu ile yapılmaya başlamıştır.
"Uygun görülen durumlar" nedir ? Bunun cevabı tabi ki yoktur.
Belki bunu eski Türkçeye müracat ederek anlayabiliriz. "Uygun" Türk Dil Kurumu sözlüğünde "faydalı, müsait" anlamına geldiğine göre, eski hukukçuların anlaması için cümleyi "müsait telakki edilen vaziyetler" olarak çevirmek daha "münasip" olacaktır.
Dikkat edilirse sözcük olarak "uygun olan durum" yerine "uygun görülen durum" tercih edilmiştir.
"Uygun görülen durum" işin Mahkemenin bakış açısına havale edildiğini göstermektedir.
Daha açık bir tabirle " Mahkeme nasıl telakki ederse, o münasip bir hale gelecektir." Yada biraz daha edebi bir dille "münasip olan telakkinin içinde kendini gösterir" de diyebiliriz.
Yada herkesin anlayacağı ve basit şekilde "Keyfe kederlik yada meşrebe uygunluk" diye de çevirebiliriz.
Zaten Mahkemelerde bu düzenlemeyi" münasip olan benim gözlerimin içindedir" deyip, yukarıdaki şekilde anlama ve uygulama gayreti içinde girmiştir.
Aslında absürt olan sadece bu değildir. Daha absürt durum cümlenin sonuna saklanmış, sanki sanığın duruşmaya katılıp, katılmaması mahkemenin keyfiyetine yada lütfuna ait bir mesele imiş gibi " duruşmaya katılmasına karar verebilir" denmiştir.
" Bir sanığın duruşmaya katılıp katılmamasına " Mahkemenin karar verme yetkisi var mı ? sorusunun ise hiç bir anlamı yoktur, her halde "vitrinine saat resmi koyan sünnetçi" gibi " ne assaydım kardeşim" dışında uygun bir cevap olmayacaktır.
Durum budur. Ancak , Mahkemeler 2 yıldan beri , ne dediği belli olmayan bu garip düzenlemeyi , ara kararlarına aynen geçirip " Her ne kadar sanık duruşmada hazır bulunmak istemiş ise de 667 KHK UYARINCA sanık savunmasının SEGBİS 'te alınmasına " şeklindeki verdikleri kararlardan vazgeçmemiştir.
Anayasa, Ulusüstü Sözleşmeler, Ceza usul kuralları ve adalet bir tarafa ,sanığın duruşmaya katılıp, katılamayacağı yada nasıl katılacağı konusunda, mahkemeler "keyfiyet" sahibidir demek "Kendi kuyruğuna yiyen yılan " gibi kendi varoluşuna inkar etmek anlamına gelir.
Yargıtay 16.Ceza Dairesi bu mantıksızlığın farkındadır. Hem 2016/temmuz öncesi,hemde sonrası verdiği onlarca kararında bunu açıkça ifade etmiş, " Ceza yargılamasının temel ilkelerinden biri “doğrudan doğruyalık-vasıtasızlıktır. Genel kural kural sanığın duruşmada hazır bulundurulmasıdır. Bu hak ciddi nedenlere dayalı olarak mahkeme kararı ile sınırlandırılabilir. İlk ve son savunmanın yapıldığı, esasa ilişkin delillerin toplandığı oturumlara sanığın SEGBİS yoluyla katılması açık kabulüne dayalı olmalıdır. demiştir.
Bu kararlarında CMK 193/1. Maddesindeki “sanık olmaksızın yargılama olmaz” genel kuralına atıf yapmış, istisnaların CMK 193/2, 194/2, 195, 196, 200/1 ve 204. maddelerinde gösterildiğini de ifade etmiş, sanığın kabulüne bağlı olarak alt sınırı 5 yıl ve daha fazla hapis cezası gerektiren suçlar hariç olarak istinabe dahi mümkün değildir. demiştir.
193/1'deki " Kanunun ayrık tuttuğu hâller saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz. Gelmemesinin geçerli nedeni olmayan sanığın zorla getirilmesine karar verilir." sorunluluğu HABEAS CORPUS ilkesinin yani sanığın bedenen hazır bulunması ilkesinin bir sonucudur.
Yargıtay 16.Ceza Dairesi bunu sadece usul açısından ve bu ülke açısından almamış, doğrudan savunma hakkı ile de ilişkilendirmiştir.
"Duruşmada hazır bulunmak isteyen sanığın, duruşmada hazır bulundurulması sadece ödev değil aynı zamanda bir haktır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1. maddesine göre; Cezai bir suç ile itham edilen herkesin, kendini savunma, iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme, duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercüman yardımından para ödenmeksizin yararlanması haklarını güvence altına almıştır. Duruşmada hazır bulunmaksızın bu hakları nasıl kullanabileceğinin anlaşılması zordur." demesi bunun açık bir ifadesidir.
AİHM ise telekonferansla yapılan yargılamaları sıkı ve denetlenebilir koşullara bağlamış, öncelikle yasallık ilkesinin altını çizerek, ancak çok zorunlu hallerde ve ölçülülük ilkesine bağlı şekilde uygulanabileceğini ifade etmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 3. Daire, MARCELLO VIOLA ve İTALYA kararında,
Davalının duruşmalara video konferans yöntemi kullanılarak katılımının sağlanması,Sözleşme’ye aykırı olmasa dahi herbir davada bu yönteme başvurulmasının meşru bir amaç güdülerek yapılmasının sağlanması ve delil sunumu ile ilgili düzenlemelerin,Sözleşme’nin 6. maddesinde yer alan yargı sürecine saygı şartlarının yerine getirlmesinin sağlanması Mahkeme’nin görevidir. demiştir.
Her ceza davasında "uygun görülen durum" gerekçe gösterilerek, duruşmanın telekonferansla yapılmasını mümkün görmemiştir.
Marcello Viola'nın başvurusu ile açılan bu davada başvurucu MAFYA, üyeliği ile suçlanmakta, buna uygun olarak, Özel bir hapishane rejimi altında tutulmaktadır.
AİHM bu başvuruyu reddetmiştir. Ancak, kararın Türkiye açısından önemi; telekonferans yargılamalarının genel düzenlemeler ve genel yetki ile yapılamayacağı, çok sıkı denetlenebilir ve objektif koşullara bağlanmasıdır.
Kararda atıfta bulunulan Telekonferansla yargılama yapılmasını mümkün kılan İtalya Ceza Usul Kanununun 146.maddesi uzaktan yargılamaya son derece ayrıntılı koşullar getirmektedir.
Bu düzenlemeye göre ; telekonferans yargılama yapılması için , Kanunla sayılan özel suç türlerinde ( mafya ve diğer ciddi suçlarla ilgili olanlar) kamu düzeni ve güvenliğinin ciddi olarak gerekli kıldığı zorunluluklar ve işlemlerin komplike olduğu ve uzaktan katılımın gecikmeleri önleyeceğinin öngörüldüğü durum olup olmadığına bakılacaktır.
Gecikmenin önlenmesi zorunluluğu dikkate alınırken, aynı davalıya karşı aynı zamanda farklı mahkemelerde de işlemlerin devam etme hususu değerlendirilecektir.
146.madde usule ilişkin sıkı kurallar getirmektedir.
Buna göre;
1)Uzaktan katılımın sağlanması kararı ,ön tedbirler safhasında dava mahkemesi veya ağır ceza mahkemesi başkanı tarafından veya yargılama süreci içinde hakim tarafından alınacaktır. Söz konusu karar taraflara ve savunma avukatına duruşma tarihinden en az on gün önce bildirilecektir.
2)Uzaktan katılım kararı verildiğinde, duruşmanın yapılacağı mahkeme salonu ile tutuklunun bulunduğu yer arasında görsel ve işitsel bir bağlantı kurularak iki mekanda da hazır bulunan kişilerin birbirlerini eş zamanlı ve net olarak görmeleri ve söylenenleri duymaları sağlanacaktır. Farklı yerlerde tutulan değişik sayıda tutuklu/davalı için de birbirlerini görmeleri ve duymaları için aynı düzenleme yapılacaktır.
3)Savunma avukatı avukat her zaman sanığın bulunduğu yerde hazır bulunmak zorunda olacak, savunma avukatının duruşma salonunda bulunduğu hallerde, sanık gerekli teknik vasıtalar ile avukatıyla özel ve gizli olarak konuşma imkanına sahip olacaktır.
4) Sanığın görsel ve işitsel sistem ile duruşma salonuna bağlandığı yer duruşma salonunun bir
uzantısı olarak kabul edilecektir.
5)Hakime yardım ile görevli bir mahkeme yetkilisi sanığın bulunduğu yerde hazır bulunacak
ve sanığın kimliği ile hak ve yetkilerini kullanmakta hiç bir şekilde kısıtlamaya maruz
Kalmadığını onay verecektir. Mahkeme yetkilisi aynı zamanda , koşulların yasaya uygun olup olmadığı denetleyecek, ifade alınması halinde bunun kanunlara uygun bir şekilde alınmasını sağlamak ile görevli sorumlu olacaktır. Bu kapsamda gerekli olması, halinde sanığa ve avukatına da danışacaktır...
6)Yargılama sürecinde, gerekli olması halinde, sanığın tanıklar ile yüzleştirilmesi veya sanığın kimliğinin belirlenmesi veya sanığın şahsen hazır bulunması gereken hallerin bulunması halinde, hakim gerekli görürse ve tarafları dinledikten sonra sanığın duruşma salonuna getirilmesine karar verecektir.
AİHM İtalyan Ceza Usul Kanununun 146.maddesinde getirilen usulü güvencelerin yerine getirilip getirilmediğini incelemiş," Yargılamayı yapan Mahkeme’ye göre, bu durumdaki bir mahkumun transferinde ciddi güvenlik önlemleri alınması gerekmekte olup, firar etme veya saldırıya uğrama riski bulunduğu ,ayrıca tutuklunun mensubu olduğundan şüphe edilen suç örgütü ile tekrar temasa geçme olasılığını yaratma ihtimali de bulunmaktadır. Başvuranın mafya aktiviteleri ile bağlantılı ciddi suçlar ile itham edildiği belirtilmelidir. Bu tarz suçlar ile mücadele edilirken, bazı davalarda, kamu güvenliği ve düzeninin korunması ve benzeri başka suçların işlenmesinin önlenmesi amacıyla bu minvalde tedbirlerin alınması gerekli olabilmektedir. Katı hiyerarşik yapısı, sıkı kuralları, sessizlik kuralına dayalı ciddi sindirme gücü ve mensuplarının belirlenmesindeki güçlük sebebiyle Mafya kamu hayatını doğrudan veya dolaylı olarak etkileme ve kurumlara sızma kabiliyeti ile ciddi bir suç şebekesidir ( Dolayısıyla, mafya mensuplarının duruşma salonunda bulunması özellikle mağdurlar ve itirafçı gibi davaya taraf diğer kişiler üzerinde büyük bir baskıya sebep olabileceğinin düşünülmesi mantıksız değildir" demiştir.
667 sayılı KHK'de , hiç bir usulü güvence getirmeden, otomatik olarak tüm ceza davalarının SEGBİS yolu ile yapılmasının yolunu açmaktadır.
Mahkemeye bir yetkinin verilmiş olması, diğer usul kurallarının getirdiği güvenceleri ortadan kaldıramaz.
667 sayılı KHK görünüşte, SEGBİS'le yargılama yapmanın önünü açar gözükse de, Ceza Muhakemesi Kanununun getirdiği, Mahkemenin uymakla zorunda olduğu, usul hükümlerini yürürlükten kaldıramaz.
Bugün, yargıladığı ve hakkında hüküm vereceği, bir tutuklu hakkında tahliye kararı verme yetkisinden dahi mahrum bırakılmış yargının, dramatik hali karşısında savunmanın rolü daha da belirginleşmiştir.
Yargılama faaliyeti, bir yetki sorunu olmaktan ziyade ,kurallara dayalı bir sorumluluk faaliyetidir. Adalet ve vicdan duygusundan beslenen bu sorumluluk hali ,gücünü sadece hukuktan almaz, akla da dayanmak zorundadır..
Hukuksuzluklara teslim olmak , bu rejimin meşruiyetini kabullenme anlamına gelecektir.
Buna izin verilmemelidir. Sanık SEGBİS yargılamasını kabul etmediği ve bu hukuk dışılık ortadan kaldırılmadığı sürece asla savunma verilmemelidir.
Nietzsche” Kendin alabileceğin bir hakkı, bırakmayacaksın sana vermelerine” diyor. Özellikle kriz dönemlerinde , örgütlülüğün değeri sınanır.
Bizler için ders çıkarmamız gereken tek şey budur. Muhalif avukatlara yönelik operasyonlar ise sürekli yaşanıyor. Bu iktidarın adil yargılanma hakkı gibi bir derdi olmadığı için, avukatları büyük tehdit olarak görüyor ve hak arama mücadelesinden son derece rahatsız oluyor. Avukatlar sadece hak mücadelesi yürütmüyor, aynı zamanda hak ihlallerinin tanıklığını da yapıyor.
Yorumlar
Yorum Gönder