1906 PETERSBURG SOVYETİ DAVASI. Toplumsal Devrim Çağında Siyasal Davalar ( 1 )
GİRİŞ;
19.yüzyıl Rusya tarihi siyasi davalar açısından son derece zengindir.
Bunun ilk örneği Dekabrist İsyanı (Aralıkçılar İsyanı) sonrası yapılan yargılamadır. Dekabrist isyanı İmparatorluk Rusya’sında 26 Aralık 1825 tarihinde çıkan askeri ihtilalin adıdır.
26 Aralık 1825 günü, I. Nikolay’ın taç giyme töreninde bir grup Rus subay, Senato Meydanı’na çıkar ve çarlığa karşı ayaklanır. Ayaklanmayı hazırlayan ve katılanlar, eylemin Aralık ayında gerçekleşmesi sebebiyle Rusçada Aralıkçı anlamına gelen Dekabrist sözcüğüyle isimlendirirler. İsyanın görünüşteki nedeni, I. Nikolay’ın abisi Konstantin’in yerine tahta geçmesidir. Rus Çarı’nın 9.000 kişilik koruyucu ordusuyla asi ordu, gün boyu çatışır. Ancak isyancıların direnci düşer ve kuzeye doğru kaçışırlar. Donmuş olan Neva nehrinin üzerinde toplanırlar. Ancak top ateşi ile nehrin buzu kırılır. İsyancı ordunun büyük çoğunluğu nehirde donarak ölür. İsyana bazı subayların önderliğinde 3.000 imparatorluk askeri katmıştır.
Ayaklananların silah olarak yetersizliği ve ayaklanma günü yaşadıkları talihsiz olaylar gibi çeşitli nedenlerle Dekabristlerin ayaklanması başarısızlıkla sonuçlansa da, isyanları birçok insan tarafından tarafından çarlığa indirilmiş ilk darbe olarak kabul görülür. Örneğin yaklaşık bir asır sonra Dekabristlerden ilham almış Sovyet Devrimi’nin önderi V. İ. Lenin; Dekabrist İsyanı’nı “1825 yılında Rusya ilk kez çarlığa karşı devrimci bir hareket gördü” demektedir.
Ayaklanmanın ardından yüzlerce kişi tutuklanır. Suçlu bulunanlar Sibirya ya da Kafkasya’ya sürgün edilir. İsyanın önderleri Pavel İvanoviç Pestel, Kondratiy Fyodroviç Rıleyev, Sergey İvanoviç Muravyov-Apostol, Mihail Pavloviç Bestujev-Rumin ve Pyotr Grigoryeviç Kahovski ise 13 Temmuz 1826’da asılarak idam edilirler.
Dekabrist İsyanı’na bugünden baktığımızda Fransız Devrimi ve aydınlanma düşüncesi çizgisinde, özgürlükçü, yurt sevgisini esas alan, feodal üretim biçimi olan serfliğin tasfiyesini savunan, ideolojik ve politik örgütlenmenin uzun soluklu bir örneğini görüyoruz. Dekabrist İsyanı hem Rusya tarihinde, hem de Avrupa tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Özü itibariyle, bir kitle hareketi değildir, ‘bir köylü isyanı’ ise hiç değildir. Yenilgisi de konjonktürel bir durumdur.
Ancak onların başlattığını isyan geleneği tüm 19. Yüzyılı sarsmış, ardılı olan silahlı hareketleri ilham vermiştir. Bunların başında da Narodnik ve devamcısı Sosyalist Devrimciler gelir. Rusya’ya özgü olan bu köylü devrimcileri “kötülüğü yok etmenin yolu , kötüyü yok etmekten geçer”diyorlardı.
Bunun sonucu olarak, Çarlığı ayakta tuttuğuna inandıkları , genaral, bakan gibi üst düzey görevlilere karşı suikastlar düzenlendiler. Sadece Çar bürokratları değil ,Çar’ın kendiside suikastlerden nasibini almıştır. Çar II.Aleksandra susikasta kurban gitmiş. Yerine geçen oğlu III.Aleksandra ise son anda kurtulmuştur.
19. Yüzyılın son çeyreği ile 20.yüzyılın ilk çeyreği Rusya’da silahlı tedhişin zirve yaptığı bir dönemdir. Silahlı tedhişçilerin yargılamaları genellikle askeri mahkemelerde hızlı bir şekilde yapılmakta, silahlı eylemciler hızlı bir şekilde ölüm cezası ile cezalandırılmaktadır. Diğer siyasal muhalifler ise bir süre cezaevinde kaldıktan sonra, Sibirya’ya sürgün cezası ile karşılaşmaktadır.
Rusya’da 20. Yüzyıla başına kadar devam eden siyasal davalarda yargılama mantığı hemen hemen aynıdır.
Makalenin konusu olan Petersburg Sovyeti davası ise bu genel kuraldan son derece farklı bir zeminde gerçekleşmiştir. Özellikle savunma hakkının kullanımı açısından bugünkü yargılamalardan daha ileri özellikler taşımaktadır.
Bunun tabiki birkaç nedeni vardır. En önemlisi Sovyetin ilk kuruluşunda 200.000. Petersburg işçisinin büyük gücünü göstermesi ve Büyük Ekim grevinde olduğu gibi Çarlık rejimini büyük ölçüde korkutmasıdır. Petersburg Sovyeti davasının yargılanan işçi temsilcileri açısından çok ağır sonuçları olmamıştır. Çoğu zaten beraat etmiştir.
Ancak bundan yaklaşık 10 yıl sonra gerçekleşen Şubat devriminde aynı model ortaya çıkarken, bir iktidar organına dönüşerek bu model tüm devrim sürecini yönlendirmiştir. Devrimin doğurduğu bu organ Bolçevik devriminden sonrada Sovyetler Birliğinin yasama organı olarak kabul edilmiştir.Bu dava bu nedenle diğer siyasal davalardan farklı bir özellik kazanmaktadır.
Sovyet devrim tarihinde bu dava hakettiği yeri bulmuş mudur? Sorusuna ise olumlu yanıt vermek mümkün değildir.
Çünkü Troçki bu davanın 1. no.lu sanığıdır ve Stalin döneminde , onun var olduğu tüm fotoğraflar yeniden tabedilmiştir.
1905 DEVRİMİ
Rus Çarlığı’nın mutlak monarşi yönetiminden kısmi meşruti monarşi yönetimine geçmesine yol açan 1905 Devrimi, Rusya’da 19. yüzyılda gelişen kapitalizmin ilk siyasal sonucudur. Özellikle 1890’larda girişilen hızlı sanayileşme atılımı, sosyo-ekonomik yapıda kökten değişimleri beraberinde getirirken, İmparatorluğun siyasi modernleşmeyle süreci destekleyemediği noktada rejim tıkanmış ve sonuç, geniş bir toplumsal yelpazeyi arkasına alan kitlesel bir devrim olmuştur.
1890’ların sonundan itibaren, devrimci siyasal grupların işçi sınıfı üzerinde siyasal etkisi giderek artıyordu. Çarlık rejiminin yeni gelişen bu muhalefeti durdurma arayışları da başlamıştı. Daha önce başvurulmuş olan sansür, sürgün cezası gibi yöntemler ile fabrikalardaki hükümet ajanlarının, yetersiz savunma araçları olduğu fark edilmişti. Böylece işçi hareketini ele geçirmek için son derece riskli bir plan hayata geçirmeye çalışıldı. Bu planın ana noktası, işçi örgütleri içerisine polis ajanı yerleştirmekti.
Moskova için Zubatov, St. Petersburg için ise Peder Gapon bu projede görev almaya gönüllü olmuşlar ancak Zubatov Moskova’da hemen deşifre olmuştur.
St. Petersburg’da ise işler ilk anda Hükümetin istediği gibi başladı. Usta bir ajitasyoncu ve örgütleyici olan Peder Gapon, hükümetle işbirliği içinde bizzat liderliğini yaptığı sözde “işçi seksiyonları”nı faal hale getirdi. 1904’ün sonuna doğru bu yapının üye sayısı on bine ulaşmıştı. Devrimci grupların bu yapıya sızmalarının önüne geçmek için her türlü tedbir alınmıştı. Peder Gapon işçilere siyasi değil, ekonomik çıkarlarına odaklanmalarını telkin etmekteydi. Ancak hareket kısa sürede nitelik değiştirerek, farklı bir yöne gitmeye başladı. Aralık 1904’de St. Petersburg’un en önemli fabrikalarından biri olan Putilov fabrikasında işçilerin aldığı eylem kararı, bunun ilk adımı oldu. Gapon’un insiyatifi elden bırakmamak için hazırladığı ekonomik talepleri içeren bir dilekçenin fabrika müdürü tarafından reddedilmesi, işçiler üzerinde ciddi bir hayal kırıklığı yarattı.
Gapon, prestijini korumak için hepsinden daha öfkeli gibi görünerek, Putilov fabrikasının işçilerini tepki göstermeye teşvik etti. Sonuç olarak, ilk işçi grevi olan Putilov fabrikaları grevi, Aralık 1904’te başlamış oldu. Greve, St.Petersburg’daki tüm işçi seksiyonları destek verdi. Gapon’a güvenen hükümet, duruma önce müdahale etmedi ve Putilov grevi bir kaç gün içinde adeta St. Petersburg genel grevine dönüştü.
Başta ekonomik konulara odaklanan bu taleplerin, eylem sürecinde siyasal taleplere evrilmesi de fazla uzun sürmedi.
5 Ocak 1905 tarihinde Gapon, Çar’a sunulacak bir dilekçe hazırlama fikrini ortaya attı. Bunu önerirken, düşüncesi radikalleşme riski taşıyan bu süreci durdurmaktı. Dilekçe fikri konusunda önce şehrin yöneticilerini bilgilendirdi. Sonra ise işçi gruplarının desteğini istedi ve onlara Çar’ın iyi bir insan olduğunu, amaçlarını anladığında mutlaka halkına yardım edeceğini söyledi. Desteği almak için de şunu belirtmekten geri kalmadı, “Çar bizi dinlemezse; o zaman bizim Çar’ımız yok” dedi.
Bir din adamının işçi sınıfı içerisinde oynadığı rol, Rus Sosyal Demokrat Partisi’nin her iki kanadı (Bolşevikler/Menşevikler) tarafından yoğun olarak eleştirildi. Broşürlerinde şunlar yazılıydı, “Özgürlük kanla satın alınır, özgürlük sert bir muharebede silahla kazanılır. Çar’dan dilenme, hatta ondan hiçbir şey talep etme.”
Sosyal demokratların bu propagandalarının etkisi, önceleri son derece zayıf kaldı. Hatta tepki topladı. Ancak daha sonrasında, dilekçenin daha sert bir üslupla yazılması için baskı da yarattı.
Sonuçta ortaya çelişkili bir dilekçe çıkarıldı. Yazılış tarzı ile içeriği arasında uyum yoktu. Çar’a “baba” olarak hitap edilen dilekçenin özellikle ilk kısımlarında halkın ne denli aciz durumda yaşadığı, oldukça dokunaklı biçimde anlatılıp ondan merhamet dilenildi. Dilekçenin yarısından sonrası ise bir reform paketini andırmaktaydr. “Halkın temsili gerekli; bu, halkın kendisine yardım etmesi ve kendisini yönetmesi için gereklidir” gibi radikal bir talebin yanı sıra ifade, basın, toplanma ve ibadet özgürlükleri gibi modern insan hakları talepleri de dilekçeye girdi. Hatta “Demokratik seçim sistemi, insan hakları, sendika kurma hakkı ve 8 saatlik çalışma günü” gibi Çarlık rejiminin tüylerini diken diken edecek talepler de sıralandı.
Ancak dilekçede üslup son derecede yumuşaktı. Rusya’daki işçiler taşradan bağlarını tamamen koparmış değildi ve köylülerin onu baba olarak gören sadakat geleneği çok etkiliydi.
Nihayet dilekçe “Efendimiz, halkına yardımdan kaçınma. Senle halkını ayıran duvarı yık. İsteklerimizin kabul edileceğine söz ver. Bununla Rusya’yı mutlu kılacaksın; olmaz dersen, işte burada ölmeye hazırız. İki yol var önümüzde, ya özgürlük ve mutluluk ya da mezar” diyerek sonlandırıldı.2
İşçi lokallerinde dilekçe örneği okunarak işçilerden imza toplandı ve Kışlık Saray önündeki Çar’la randevularından haberdar edildiler.
KANLI PAZAR;
Polis ise Gapon’a güvendiğinden dolayı, gelişen olayların gerçek mahiyetini kavrayamamış ve bunları engellemekte oldukça geç kalmıştı. 9 Ocak Pazar günü aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu sayısı 50 bin ile 100 bin arasında olduğu tahmin edilen devasa işçi yığını, Gapon’un önderliğinde Kışlık Saray’a doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüşü önceden haber almış olan güvenlik güçleri de harekat planlarını oluşturmuşlardı. Buna göre kalabalık kesinlikle saraya yaklaştırılmayacak ve eğer ısrarlı olunursa kimsenin gözünün yaşına bakılmaksızın ateş açılacaktı. Olayların gelişimi de bu yönde seyretti; başkentin sokaklarında katledilen yüzlerce insanın ardından 1905 yılının 9 Ocak günü (miladi takvim 16 Ocak) tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçti. Olayların bilançosu hakkında resmi kaynaklar -ki sayıyı daha az göstermiş olmaları mümkündür- 130 ölü ve 299 yaralı olduğu şeklinde kaydettiler.
Ne Çar’ın ne de adamlarının bir katliam yapmayı planlamadıkları üzerinde görüş birliği vardır. II. Nikola’nın o gün Kışlık Saray’da bulunmuyor olması bile hedef tahtasına yerleştirilecek kişiyi değiştirmedi; tüm kamuoyu katliamdan Çar’ı sorumlu tuttu.
Yaşanan bu olaylarda en çarpıcı olan, Çar’ın halkının gözündeki yüce imgesinin tamamen yerle bir olmasıydı. Yüzyıllardır yaşatılan Çar efsanesine bizzat Çar, kendi elleriyle son vermişti. Katliamın ertesi günü, başkentte tek bir atölye ya da fabrika işbaşı yapmadı.
Grev yapmanın yasadışı olduğu ve greve katılmanın büyük risk almak anlamına geldiği Rusya’da, tüm sonuçları göze alarak böyle bir eyleme girişilmesinin taşıdığı anlam büyüktür. Başkentin yanı sıra diğer şehirlerde yaşayan işçiler de iş durdurma eylemleriyle katliama tepkilerini gösterdiler. Gapon’un liderlik ettiği işçi eylemleri gibi St. Petersburg grevi de kendiliğinden gelişti.
Grevin başlamasında hiçbir siyasi parti ya da grev komitesinin rolü yoktu. Kanlı Pazar’dan üç hafta sonra ülkedeki işçi huzursuzluğunun nedenlerini araştırmak ve çözümler üretmek amacıyla hükümet, Senato ve Devlet Konseyi üyesi Shidlovski’nin başına atandığı bir komisyon kurdu. Komisyonun devletin temsilcileri ve işverenlerin yanı sıra işçiler tarafından bizzat oy kullanılarak seçilecek işçi temsilcilerinden oluşması öngörülmüştü. İşçi temsilcilerinin komisyona girmesi burada önemlidir. Çünkü daha önce kurulan buna benzer komisyonlarda işçi temsilcileri bulunmamaktaydı. Bu komisyonda işçi temsilcilerinin; ifade özgürlüğü, kişi güvenliği gibi hakları gündeme getirmesi ve Hükümetin de sessiz kalması üzerine işçi temsilcileri komisyondan ayrıldı. Komisyon sonuç itibariyle bir fiyasko olsa da işçi temsilcilerini seçmek için düzenlenen kampanyalar, St. Petersburg’daki işçilerin siyasal eğitiminin gelişmesinde ve özellikle de “İşçi Temsilcileri Sovyeti” fikrine hazırlanmalarında oldukça etkili olmuştur.
1905 yazıyla birlikte ordu ve donanmada büyük çapta karışıklıklar ortaya çıktı. Haziran ayında Karadeniz donanmasına ait Potemkin adlı zırhlıda çıkan isyan, bunların en ünlüsüdür. Tüm ülke, yavaş yavaş kaosa sürüklenmekteydi.
Rus-Japon savaşında art arda gelen bozgunların zayıflattığı iktidar, rejimi iyice aciz duruma düşürdü ve muhalif güçler de siyasal olarak güçlendiler.
Rus Sosyal Demokrat Partisi’ndeki iki kanattan birini oluşturan, Axelrod liderliğindeki Menşevikler, 1905 yılının bahar aylarından itibaren kitlelerle ilişkilerinde iki yönteme meylettiler; birincisi, Rus işçilerini partizan olmayan geniş bir işçi örgütü kurmaya teşvik etmekti. İkincisi ise tüm Rus halkının kendilerini ifade edebilmelerini sağlamak amacıyla bu mücadele içinde yer almaya ve kendi kendini yöneten, devrimci yerel kuruluşlar kurmaya çağırmaktı.
Axelrod bu fikirlerini, Parti’nin yasadışı yayın organı olan Iskra’da geliştirirken, Lenin’den sert eleştiriler alıyordu. Lenin’e göre Axelrod saçmalıyor ve tam bir ihanet sergiliyordu. Lenin’e göre Axelrod’un zamanla milli kongre şekline dönüşeceğini düşündüğü kendi kendini yöneten devrimci yerel örgütler, devrimin ruhuna aykırıydı.
Lenin, ulusal kongrenin, dağınık ve örgütsüz kitlelerin ve de yerel toplulukların delegelerinin toplanmasıyla değil, büyük ölçüde örgütlenmiş bulunan devrimci partinin delegelerinin toplanmasıyla oluşması gerektiğini düşünüyordu. Lenin partinin, devrimin ve siyasal iktidarın çekirdeği olması gerektiğini savunurken, Axelrod aşağıdan başlayan ve sonunda milli temsil oluşumuna dönüşecek bir devrimi savunuyordu.
Lenin’in Menşevikler’le ayrıldığı bir diğer nokta sınıflara yaklaşım tarzıydı. Lenin, 1905 yılındaki olayları izleyerek; aynı yılın Haziran ayında yayınladığı “Burjuva Demokratik Devriminde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği” adlı çalışmasında proletarya ve köylünün demokratik diktatörlüğü fikrini ilk kez formüle etti.
Buna göre Rusya’da oluşmaya başlayan devrim, burjuva devrimi olmalıydı ve eğer bu devrim başarılırsa sadece Batı Avrupa’daki gibi medeni haklar ve siyasal özgürlükleri içeren burjuva karakterli parlamenter sistemin kurulmasına yol açmalıydı. Fakat Rus burjuvazisinin bir devrime önderlik etmek için çok zayıf olmasından dolayı, Parti tarafından önderlik edilecek işçi sınıfı, lider rolünü oynayacaktı. İşçi sınıfı bu savaşımında köylüyle ittifaka girmeliydi. Lenin, işçi-köylü ittifakından bahsederken Menşevikler burjuvaziyi müttefik olarak seçme yanlısıydı. Menşevikler, köylüyü geri, siyasete ilgisiz ve ne yapacağı kestirilemeyeceğinden dolayı güvenilmez buluyordu. Lenin de köylülerin bu niteliklerini inkar etmiyordu, ancak onların daha fazla toprağa sahip olmak için, içten içe besledikleri yıkıcı potansiyelin farkındaydı. Ayrıca köylü kitlelerinin son kertede kaybedecek çok daha fazla şeyi olan burjuvalara göre, kolaylıkla devrimci harekete katılabileceklerini savunuyordu. Tarih onu bu yönde fazlasıyla haklı çıkardı. 1905 yılında şehirler kadar olmasa da köylerde de yoğun huzursuzluklar söz konusuydu. Özellikle de Sosyalist Devrimci Parti, ülkenin dört bir yanında yürüttüğü devrimci propagandasında taşraya odaklanmıştı. Bunlar, köylüleri toprak beylerine karşı kışkırtarak tarım sahalarında genel bir greve yol açmak ve eğer bununla da hükümet dize getirilemezse vergi ödememe ve orduya asker vermeme gibi boykot girişimlerine yönlendirmek gibi taktikler benimsemişlerdi.
Sosyalist devrimcilerin Moskova’da Mayıs ayında düzenledikleri bir kongrede bir araya gelen köylü delegeleri “Bütün Ruslar’ın Köylü Birliği” adında bir örgüt kurmaya karar verdi.
31 Temmuz’da toplanan birliğin ilk kongresinde 22 eyaletten gelen delegeler, Sosyalist Devrimcilerin söz konusu taktiğini kabul ettiler. Yapılan kongre sırasında taşradaki soruna, toprakta özel mülkiyetin kaldırılması ve toprağın tüm köylülerin ortak mülkiyetine geçirilmesi şeklinde çözümler önerildi. Köylü birliği tüm köylünün bakış açısını vermekten oldukça uzaktı; delegeler daha çok sosyalist devrimci ve diğer radikal entelektüel hareketlerin etkisinde olduklarından dolayı görüşleri de bunların etkisinde şekillendi.
1905 yılındaki köylü ayaklanmalarında, bu birliğin kışkırtmaları oldukça etkili oldu. Ekonomik kriz, devrimci ajitasyon ve özellikle sınır bölgelerindeki yerleşim yerlerinde beliren milliyetçilik, köylü ayaklanmalarının geniş ölçekte yayılması sonucunu doğurdu. Japonya ile halen süren savaşla ilgili gelen haberler de, kitlelerin iktidara karşı öfkesinin artmasına yol açtı.
Daha çok toprak beylerinin mülklerini yakıp yağmalamak şeklinde gelişen bu isyanların örgütlenme ve siyasallaşma boyutu, ülke tarihi içinde örneği görülmemiş oranlara vardı. Köylü hareketi, 1905 güzünde daha da büyük boyutlara ulaştı. Ülkedeki kazaların (Üyezd) üçte birinden çoğu köylü isyanlarından etkilendi. İki binden çok malikane, köylüler tarafından yakıldı ve yağmalandı.5
Ülke bu denli kaynarken liberaller de boş durmadı; Mayıs ayında Moskova’da yapılan bir toplantıyla “Birlikler Birliği” kuruldu ve başkanlığına da Prof. Milyukov seçildi. Bunlar önceden var olan Özgürlük Birliği ve Zemstvo hareketiyle birlikte bir yasama meclisi kurulması yönündeki kampanyaya katıldılar. Üç liberal hareket, aynı eğilimdeki kişilerce kontrol ediliyor olsa da; en radikal üyeler, Birlikler Birliği’nin saflarında yer alıyordu. Zemstvo hareketi de 1905’in ortalarından itibaren tam bir parlamenter yönetim isteyen eğilimin hakimiyetine geçmişti.
6 Haziran 1905 tarihinde Çar’ı ziyaret eden Zemstvo üyelerinin oluşturduğu bir heyet, Duma’nın çağrılması gerektiğini kendisine iletti. Ülkedeki huzursuzluktan telaşlanan hükümet, 6 Ağustos tarihli bir kanunla Duma’nın çağrılacağını ilan etti. İçişleri Bakanı Buligin tarafından hazırlanan Duma Projesi tam bir hayal kırıklığı oldu çünkü bu Duma, ancak danışma mahiyetinde olacak şekilde tasarlanmıştı. Yani tek başına kanun çıkarma gibi bir işlevi olamayacaktı. Ayrıca Duma seçimlerinde benimsenmesi öngörülen sistem, eşitsizlik üzerine kuruluydu; seçmenlerin yüzde 43,4’ünü köylüler, yüzde 33,4’ünü toprak beyleri ve yüzde 23,3’ünü varlıklı kentlilerin oluşturacağı bir seçim sisteminde kentliler, fakirler ve gayri-Ruslar için ayrımcılık arz eden birçok nokta vardı.
Hükümetin bu kararı, halk çapında hoşnutsuzluğu arttırmaktan başka bir işe yaramadı ve Zemstvo üyelerinin de çok küçük bir azınlığını memnun edebildi. Ağustos ayı sonunda “Anayasal-Demokratik”3 adını taşıyacak bir parti kurmak için Zemstvo birlikleri ve Özgürlük Birliği ortak bir komisyon oluşturdu. Bu noktada köklü Zemstvo hareketi ikiye bölündü; çoğunluk radikal bir politik programı kabul ederken, azınlıkta kalan bir kısım üye sadece danışma niteliği taşıyan bir meclisle yetinilmesi gerektiği şeklinde tavır aldı. Anayasal Demokrat Parti’nin kuruluş kongresi, 17 Ekim manifestosuyla aynı günde yapılacaktı.
2. Ekim Genel Grevi Papaz Gapon’un önderliğindeki işçi gösterisi ve akabinde gelen katliamın ateşini yaktığı devrimci süreci sonuca bağlayacak olan tarihsel olay, Ekim Genel Grevi’dir. Grev, Rus tarihinin yanı sıra dünya tarihi için de o zamana dek eşi benzeri görülmemiş devasa bir hareketti.
Tüm ulusun topluca gittiği başka bir grevin örneği tarihte yaşanmamıştı. Ekim Genel Grevi, Kanlı Pazar olayının ertesi günü yapılan greve oranlandığında daha örgütlü bir şekildeydi. Aylar öncesinden böyle bir grevin yapılacağı dedikoduları tüm ülkeye yayılmış, çok sayıda grev komitesi ve Sovyet tarafından planlanma ve örgütlenme çalışmaları çoktan başlamıştı.
Ancak grevin adım adım planlanmış olması gibi bir durum da kesinlikle söz konusu değildi. Grev ateşinin yakılmasının ardından peş peşe gelen meslek gruplarının katılımları sayesinde hareket genişledi. Grevin en öne çıkan unsurlarından biri planlamada ve yürütmede herhangi bir siyasal örgütün tekelci bir pozisyonunun olmayışıydı; tüm sınıfların ve muhalif örgütlerin otokratik rejimi yıkmak için girdikleri geçici ittifak, grevin en çok öne çıkan niteliğiydi. Kanlı Pazar olayını takiben Ekim ayına dek Rusya’da son on yılda gerçekleşen grevlerden daha fazla sayıda grev olmuştu.
Ekim’deki genel greve giden grev zincirini başlatan olay ise 19 Eylül tarihinde Moskova’daki matbaa işçilerinin yaptığı genel grevdi. Fırın ve tütün sektöründe çalışan işçiler de kısa süre sonra onlara eşlik ettiler. 7 Ekim tarihinde Moskova-Kazan demiryolu işçilerinin başlattığı grevin ülke hayatına etkisi çok daha büyük oldu çünkü bu sektörün işçileri kadar hareket kabiliyetine sahip bir başka sektör olamazdı. Bir gün bir şehirde diğer gün başkasında olabilen demiryolu işçileri, grevin yaygınlaşması için büyük çaba harcadılar. 26 bin millik demiryolu hatlarındaki 75 bin işçi ve diğer personel on gün içinde greve katıldı.
Demiryollarının durması, tüm Rus sanayisinin durması anlamına geliyordu. 11 Ekim’de grev, tüm fabrika ve kuruluşlara yayılarak genel bir hal aldı. Rusya’da tüm demiryolu, fabrika, posta-telgraf işçileri ve okullar faaliyetlerini durdurdular. Bu noktada orta sınıf aydınları, serbest meslek sahipleri ve sanayicilerin de greve katılmış olmalarının önemi büyüktü. İşverenlerin çoğu greve sempatiyle bakıyorlar ve bazıları greve giden işçilere yarım ücret ve hatta tam ücret ödemeye devam ediyordu. Bunun yanı sıra işverenlerin bir kısmı devrimci basını da maddi olarak destekledi.
Bolşeviklerin yayın organı olan Novaya Zhin gazetesinin parasının büyük kısmını zengin kapitalistler verdi; Menşevik ve Sosyal Devrimcilerin günlük gazetelerinde de aynı durum söz konusuydu.
Anayasal Demokrat Parti (KADET), ilk ulusal genel kurul toplantısını grev esnasında yapmış ve grevi desteklediğini bildirmişti. Ekim Genel Grevi’nin en çok öne çıkan yanlarından biri, 13 Ekim’de St. Petersburg’daki işçilerin, grevi yönetmek amacıyla temsilciler seçme şeklinde başlattığı “İşçi Temsilcileri Sovyeti*” kurma girişimleriydi.
Grevin en karışık günlerinde kurulan St. Petersburg Sovyeti, sosyalist örgütler tarafından değil, Shidlovski Komisyonu için daha önceden seçilmiş kişilerce oluşturuldu. Menşeviklerin, Shidlovski Komisyonu çerçevesinde yoğun çalışmaları sonucu, sovyetin kurucularının bu fraksiyona eğilimleri daha güçlüydü ancak kurulan Sovyet, Menşevik ve Bolşeviklerin dışında bir girişimdi. Ekim Genel Grevi esnasında St. Petersburg Sovyeti’nin genel başkan yardımcılığını yapacak olan Troçki, oluşumu şu şekilde nitelendirmiştir: “Sovyet, olayların seyrinden doğan nesnel bir gereksinmeye yanıt olarak ortaya çıktı. Otorite sahibi olan ama hiçbir geleneğe dayanmayan Sovyet, gerçekte hiçbir örgütsel mekanizmaya sahip değilken, dağınık durumdaki yüzbinlerce insanı hemen içine alabilen; proleterya içindeki devrimci akımları birleştiren, inisiyatif ve kendiliğinden bir öz denetim yeteneğine sahip olan ve hepsinden önemlisi 24 saat içinde yer altından çıkabilen bir örgütlenmeydi...”
Böylesi bir örgütlenme, ortaya çıktığı gün kitlelerin gözünde otorite sahibi olmak için, en geniş temsile dayanmak zorundaydı. Bu nasıl başarılırdı? Yanıt kendiliğinden geldi.
Sovyet, Rusça’da “meclis” anlamına gelir. Meclis kavramı henüz oldukça deneyimsiz olan proleter kitleler arasında tek bağ olduğundan, temsil fabrika ve tesislere uygulanmak zorundaydı.
Sovyetlerin kurulması konusu daha önceleri Bolşevik ve Menşevikler arasında hararetli tartışmalara konu olmuştu.
Menşevikler Sovyetlerin kurulmasını, savunageldikleri “partizan olmayan işçi örgütleri” fikriyle paralel görerek, oluşumda etkin rol almaya soyundular.
Bolşevikler ise Parti’nin yerine, kontrolü imkansız ve güvenilemez olarak niteledikleri bu tarz oluşumlara sıcak bakmıyorlardı. Hatta Bolşeviklerin Petersburg Komitesi toplantıları boykota dahi kalkıştı. Ancak daha sonra fikirlerini değiştirerek oluşuma iştirak ettiler.
St. Petersburg Sovyeti her ne kadar kendiliğinden ortaya çıkmış olsa da kurulduğu andan itibaren Menşevikler, Sovyet içinde etkin bir rol oynamaya soyundular. Ekim ayındaki genel grevi yönetecek işçi kurulunun belirlendiği seçimlerde, Menşevikler delegeler arasında çoğunluğu elde ederek, Sovyet üzerinde güçlü bir nüfuz kurdular. Partili olmayan Georgii Nasar adında bir hukukçuyu Sovyet Birinci Başkanlığına getiren Menşevikler, Sovyet içindeki kendi grupları için Sovyet Başkan Yardımcılığı görevini de Troçki’ye verdiler. Ekim Grevi’nin başlarında Finlandiya’da bulunan Troçki, grev başlar başlamaz St. Petersburg’a gelmişti. O ana dek gelecek vadeden bir partili olan Troçki, Sovyetteki görevi esnasındaki başarıları sayesinde, bir anda oluşumun en parlak önderi oldu. Ekim Genel Grevi’nin kendisinin de hem teorik görüşünde hem de siyasal kariyerinde çok büyük önemi olduğunu anılarında belirten Troçki, grev esnasında proletaryanın devrimci önderlik niteliğinin kendini kaçınılmaz bir gerçek olarak ortaya çıkarmasını, kendisine ait olan “sürekli devrim” teorisinin geçirdiği ilk başarılı test olarak görmüştü.
Ekim Grevi esnasında ülke çapında görülen muazzam birlik ve dayanışma duygusu karşısında Çarlık Hükümeti’nin eli kolu bağlı kaldı. Kentlerin grevine köylülerin, ağalarının topraklarını yakıp yağmalayarak ve ordudaki özellikle erlerin de isyan ve yağma girişimleriyle eşlik ettiği böyle bir ortamda Nikola’nın direnmeye gücü kalmamıştı.
EKİM BİLDİRGESİ
Eski Maliye Bakanı, hükümet kabinesinin yeni başkanı Witte, ne yapacağını şaşıran hükümet üyelerini Duma’nın çağrılmasının ve halkı tatmin edecek bir bildirinin gereği konusunda ikna etmeyi başardı. II. Nikola her ne kadar ilkelerine aykırı olsa da başka bir çıkar yol bulamadığından dolayı Witte’nin önerisini onayladı ve 17 Ekim 1905 tarihinde otokrasiyi meşruti monarşi rejimine dönüştürecek olan ünlü “Ekim Bildirisi” yayınlandı. Bildiriyle Çar, en kısa zamanda basın, örgütlenme, toplanma ve düşünce özgürlüklerini içeren siyasal hakların halka bahşedileceğinin ve ülke yönetiminde kendisine yardımcı olması için Duma’nın toplantıya çağrılacağı vaadinde bulundu.
Sonuç olarak bu şekliyle bildiri, bir anayasa sözünün verildiği anlamına geliyordu.
Bu bildiriyi imzalarken Nikola’nın ne denli çaresiz bir durumda kaldığı, annesine yazdığı mektuptaki şu satırlarda açıkça görülebilir: “Hatırlayacaksınız, kuşkusuz, Kanlı Pazar sonrası Ocak ayı günlerini. O zamanlar hep beraber Tsarkov’daydık. Çok yoksul ve zavallılardı, öyle değiller miydi? Fakat bunlar; şimdi olup bitenler hiç onlara benzemiyor... Beni hasta ediyorlar... Bakanlarım zamanında ve tez kararlar alacakları yerde, ürkütülmüş tavuklar gibi nazırlar kuruluna giriyorlar ve ortaklaşa bir karar almaksızın tavuklar gibi gürültü patırtı ediyorlar... İnsan yaz ortasındaki gök gürlemesi ve fırtınaların kokusunu duyuyor sanki...
Açık kalan sadece iki yol vardı: enerjik bir asker bulmak ve (ordu ile) ihtilali, kuvvet kullanıp bastırmak. Böyle bir şey demek, seller gibi kan akması ve sonunda gene, ilk başladığımız noktaya gelmemiz demek olacaktı... Diğer çıkar yol ise halkın siyasal hürriyetlerini tanımak, söz ve basın hürriyetini kabul etmek ve ayrıca Devlet Duma’sının tespit edeceği kanunlara baş eğmek… Bu, hiç kuşkusuz, bir anayasa demek olacaktı.
Bunu iki gün süreyle tartıştık ve sonunda, Allah’ın yardımına sığınarak, imzaladım... Boyun eğmekten ve kim ne istiyorsa vermekten başka çare kalmamıştı. İdare cihazımız görünür bir başıboşluk içindeyken, kendimizi bir ihtilalin içinde bulduk. En büyük tehlike devlet cihazının bu başıboşluğu...”
Çar’ın bildirisinin ardından ülkede tam bir ihtilal havası yaşandı. Caddelerde ihtilalci gösteriler yapılıyor, mitingler düzenleniyor ve ateşli nutuklar atılıyordu. Ancak Bildirge, devrimci eylemleri bıçak gibi kesemedi. St. Petersburg örneğinden etkilenilerek Moskova, Odessa ve diğer bazı şehirlerde de sovyetler kuruldu. Hatta Mançurya’da bulunup henüz terhis edilmemiş askeri kıtaların bazılarında “Asker temsilcileri Sovyeti” kuruldu.
27 Ekim tarihinde Petersburg’un yanı başındaki Kronstad’taki deniz erleri ayaklanarak şehri ele geçirdiler ve şehrin subaylarının ve zenginlerinin mülklerini yağmaladılar. Hükümete sadık kalan kıtaların yetişmesiyle isyan bastırıldı. Bu arada her ne kadar ülke çapında grev ve ayaklanmalar devam ediyor olsa da Bildiri, halkın ılımlı kısmını grevden ayırma amacına ulaşmıştı. Grevin ateşli günlerinde hükümeti dize getirmek için lokavt yoluyla işçileri sokağa döken sanayiciler, bu sefer lokavtı işçi hareketini bastırmak için kullandılar.
Bunun yanı sıra, Bildirge ile uğruna savaştıkları şeylere ulaştıklarını sanan işçiler büyük kitleler halinde savaşımlarından geri çekilmeye başlıyorlardı. 31 Ekim’de Moskova grevi biterken, 3 Kasım’da Petersburg Sovyeti düzenli bir şekilde fabrikalarda işbaşı yapılacağını duyurdu.
Kasım ayında 8 saatlik işgünü için bir genel grev düzenlendi ancak işverenlerin karşı safa geçmesi sonucu başarısız oldu. Aralık ayında Moskova’da başlayan ve işçilerin yanı sıra köylü ayaklanmaları ve askeri birliklerdeki isyanların eşlik etmesiyle genel grev havasına bürünen hareket, öncekilerin aksine katılımcıların silahlanması çerçevesinde farklı bir niteliğe büründü. Grev, hükümetin sert tedbirler alması çerçevesinde Moskova şehrinin dörtte birinin topçu bombardımanına tutulmasıyla sonuçlandı.
DEVRİM SONRASINDA ÇARLIK’TA SİYASAL YAŞAM
Ekim Grevi’ni sonlandıran Çar Manifestosu, Rus siyasal sisteminde parlamenter dönemin başlangıcı oldu.
Manifestonun ardından geçen bir buçuk aylık süre “Özgürlük Günleri” olarak anılır. Sansür bir hayli gevşetildi; bu dönemde söz konusu olan tek sansür, Sovyet’in basımevi dizgicilerini kullanarak kendilerine sataşan yazı ve kitapların basılmaması için yürüttükleri basını engelleyici çabalardı. Ayrıca hapishanelerdeki bir kısım mahkum da serbest bırakıldı.
Ancak Japonya’yla sürmekte olan savaşı bitiren ve Fransa’dan borç alarak ekonomik güven kazanan hükümet, Ekim Bildirgesi’yle verilen kimi özgürlükleri geri almaya başladı. 1905 sonuna doğru devrimci basın yasaklandı ve toplu tutuklamalar başladı. El altından devrimcilerin ve işçilerin örgütlerinin tasfiyesine başlandı. Özellikle karışıklıkların yoğun olduğu bölgelerde sert polisiye önlemler alındı.
Hükümet, verdiklerini bir bir toplarken, yakında toplanacak olan Duma ile ilgili herhangi bir karar da almadı.
11 Aralık 1905’te Başbakan Witte’nin hazırladığı seçim kanununda seçme hakkı herkese verilmiyordu. Kadınlar, 50’den az kişi çalıştıran işletmelerdeki işçiler, topraksız köylüler, fiilen askerlik yapanlar ve öğrenciler oy kullanamayacaktı. Seçmenlik yaş sınırının 25 olacağı seçimlerde toprak sahipleri 2 bin, şehirliler 7 bin, köylüler 30 bin ve işçiler 90 bin kişide bir milletvekili seçebileceklerdi. Seçim sistemindeki bu eşitsizlik hali, iktidarın halen en yakın müttefik olarak toprak beylerini gördüğünün ve en çok da işçilerin siyasi katılımından korktuğunun göstergesiydi.
Ama asıl hayal kırıklığı Duma’nın toplanmasından birkaç gün önce, 27 Nisan 1906’da çıkan “Devlet Temel Yasaları” idi. Yasa, Duma’yı birçok yönden kısıtlayan maddelerle doluydu. Öncelikle Duma’nın anayasayı değiştirme yönündeki yetkilerini es geçiyordu. Hükümet Duma’yı yılda sadece iki ay çağıracaktı.
Yasaya göre, Rusya Devleti içinde en yüksek hakimiyet Çar’a ait olacaktı ve eğer Çar temel kanunlarda değişiklik yapma gereği görürse, bunu Duma’da görüşmeksizin yapabilecekti.
Bunun yanı sıra Duma’nın sahip olduğu hakların aynısına sahip olan bir Devlet Konseyi’nin varlığı söz konusuydu. İki yüz üyesi bulunan konseyin üyelerinin yarısı, Çar tarafından atanırken, geri kalan kısmı Ortodoks kilisesi, zemstvolar, üniversiteler, aristokratların birlikleri ile ticaret ve sanayi örgütleri tarafından seçilmek suretiyle oluşturulacaktı. Kanun teklifleri; önce Duma’da müzakere edilip kabul edildikten sonra Devlet Konseyi’ne gidecek ve burada kabulünü takiben Çar’ın onayına sunulacaktı. Çar bu kabulleri onaylamak ya da reddetmekte özgürdü. Çar, böylece tüm yürütme erkini bir şekilde yine elinde tutmuş oluyor ve tüm yasama faaliyetlerinde karar mercii olma durumunu sürdürüyordu. Temel Yasa’nın 87. Maddesine göre Duma toplantı halinde değilse, daha sonra onaylaması kaydıyla, aciliyet gerektiren konularda kendi başına ferman yayınlama hakkı da Çar’a tanınmıştı. Bunun yanı sıra Devlet Konseyi’nin oluşturulmuş olması da tamamen Duma’nın yasama faaliyetlerindeki nüfuzunu kırmak maksadını taşıyordu.
Çar’ın radikal bir reformist olduğu için Witte’yi başbakanlıktan azlederek yerine koyu reaksiyoner olan Goreyemkin’i getirmesi de yeni rejimin niteliğini açıklayıcı bir durum teşkil ediyordu. Ekim Bildirgesi’ne kadar Rusya’da sadece iki parti vardı; Sosyal Demokrat Parti ve Sosyalist Devrimci Parti. İllegal olarak faaliyet gösteren bu partilere, bildirge yayınlanır yayınlanmaz kurulan “Anayasal-Demokrat Parti (Kadet)” eklendi. Şehirli memur ve serbest meslek sahipleri, liberal toprak ağaları ve liberal aydınların çoğunluğunu arkasına alan Kadet Partisi büyük iş çevrelerinin çıkarlarını savunuyordu. Ticari ve tefeci sermayenin çıkarları ise Oktobrist Parti tarafından gözetilecekti. Ülkenin muhafazakar unsurları da “Rus Halkının Birliği Partisi” çatısı altında buluştular. Siyasetin sağ kulvarında yer alan bu partiler içinde Kadet Partisi ilk seçimdeki başarılarıyla öne çıktılar ve liberal eğilimin odak merkezini oluşturdular. Parti, Ekim Genel Grevi’ni desteklemiş olsa da sular durulduğu gibi monarşiyi savunur bir taktiği benimsedi.
Ekim Bildirgesi’ni izleyen bir buçuk aylık özgürlük günlerinde Sosyal Demokrat Parti geniş ve özgür bir hareket sahası buldu. Bu durum St. Petersburg Sovyeti için de geçerliydi. Ancak Kasım ayının sonunda hükümet Sovyet Genel Başkanı Nossar’ı tutukladı ve 3 Aralık’ta Sovyet binası zapt edilerek, 190 kişi tutuklandı. Bunların arasında Troçki de vardı. Hükümet bununla da kalmayarak Moskova ve diğer eyaletlerdeki sovyetleri dağıttı. Sosyal Demokrat gazeteler kapatıldı ve sosyalist olan olmayan tüm işçi örgütleri art arda ortadan kaldırılmaya başladı. Sosyal Demokrasi bir anda kendini, Ekim Grevi öncesindeki sıkıntılı durumunda buldu. Her ne kadar parti artık legal olsa da faaliyetleri büyük baskı altındaydı.
ST.PETERSBURG SOVYETİ DAVASI
St.Petersbug Sovyeti davası , 1917 devrimi öncesi Rusya politik tarihinde en önemli davalarının başında gelir. İşçi sınıfının direniş örgütü olarak ortaya çıkan 1905 Sovyeti , 1917 Şubat devriminde ortaya çıkan Petrograd Sovyeti ile ortaya çıkan iktidar organına ilham oluşturmuştur.
Genellikle siyasal davalar , siyasal muhalifleri tasfiye dışında siyasal iktidarın kendi mevzisini bir güçlendirme aracı olarak ortaya çıkar. 1905 Sovyet davası ise Çarlık rejiminin yıl içerisinde isyan ve grevlerle ortaya çıkan büyük bunalımın etkisinin azaldığı bir ortamda ortaya çıkmıştır. Hesaplaşma yönü daha ağır basar.
Petersburg İşçi Temsilcileri Sovyeti, 14 Ekim 1905'te kurulup ve elli gün devam etti. İlk başkan, bu dönemde Sosyal Demokrat Parti'nin Menşevik kanadına katılan radikal hukukçu Krustalev-Nossar'dı. hızla örgütlenen Sovyet, izvestiya Soveta Raboçik Deputatov adlı haftalık bir gazete yayımladı. 22. Kasımda Krustalev-Nossar ve bir kısım Sovyet temsilcileri tutuklanınca Sovyet Başkanlığına Troçki seçilir.
Troçki Yürütme Kurulunun 8 Aralık günkü toplantısına başkanlık etmektedir.Toplantı gündemi Hükümetin aldığı olağanüstü hal tedbirleridir. Valilere sıkıyönetim ilanetme yetkisi verilmiş ve bir kısım yerlerin valileri şimdiden sıkıyönetim ilan etmişlerdir ; Grevcilere bundan böyle ağır cezalar verilecektir. Petersburg Sovyetinin "mali çağrı"bildirisi toplatılmıştır. İçişleri Bakanı Sosyalist Partileri kapatmaya ve liderlerini hapse atmaya hazırlanıyor.Bu toplantıda hem Menşevikler hem de Bolşevikler genel bir grev ilanını isterler. Tam oturumun ortasında Sovyete bir polis baskını yapılacağı haberi gelir.Yürütme Kurulu çalışmasına devam etmeye, ancak, Sovyettekilerin gözaltı ve tutuklanması halinde , Sovyet adına hareket etmeye yetkili birkaç temsilcinin seçilmesine ve toplantı salonundan uzaklaştırılmasına karar verir.Seçilenler binadan çıkarlar, ancak çıkmalarıyla geri dönmeleri bir olur. Muhafızlar, jandarma ve polis binayı sarmıştır.Yürütme Kurulu binada kalmaya, ancak bu üstün kuvvet karşısında silahlı bir direnme göstermemeye karar verilir.Oturuma devam edilir. Bu sırada asker ve polis binaya girmeye başlamıştır.Troçki balkondan delegelere seslenir.
"Yoldaşlar, karşı koymayınız. İlan ediyoruz. Burada ancak provokatör ya da polis olanlar ateş eder ! " dedikten sonra , delegelerden tabancalarını polise teslim etmeden önce kırmalarını ister.
Daha sonra Yürütme Kurulundaki başkanlık sandalyesine oturup toplantıya devam edileceğini duyurur. Söz alan sendika sözcülerinden biri sendikasının genel greve katılmaya hazır olduğunu bildirdiği sırada, asker ve polis koridorları işgal etmeye başlamıştır. Zaten birkaç dakika içerisinde Yürütme Kurulunun toplandığı odaya bir polis memuru girerek tutuklama emrini okur. O sırada hiç direnmeden teslim olmak düşüncesi nedeniyle herkesin kafası son derece karışıktır. Onlar için içler acısı bir sahne yaşanmaktadır. Bu sahnenin ağırlığı Troçki’nin oyunculuğu ile birazda komik bir şekilde hafifletilir.
Polis memuru Yürütme Kurulunun karşısına geçip tutuklama emrini okumaya başlar, başlamaz, Troçki hemen sözünü kesmiştir : "Lütfen konuşmacının sözlerini kesmeyin. Siz de bir şey söylemek istiyorsanız adınızı bana yazdırın. Sorayım. Toplantıda bulunanlar size söz
verirlerse, siz de konuşursunuz. " Kendisiyle alay mı edildiğini yoksa silahlı bir direnmeyle mi karşılaşacağını, m kestiremeyen memur ,sendika delegesinin sözünü bitirmesini bekler.
Sendika delegesi konuşmasını tamamladıktan sonra , Troçki son derece ciddi bir şekilde Yürütme Kuruluna dönerek “ Memurun "bilgi edinmeleri için" yapacağı açıklamaya izin vermeli miydi, yoksa vermemeli miydi? Diye sorar.
Memur emri okur. Ve ardından Troçki emrin tebellüğ edilmesini ve gündeme alınmasını Kurula teklif eder. Bu sırada başka bir konuşmacı söz alarak ayağa kalkmıştır.
Bu sırada işinin engellendiğini düşünen polis memuru sinirlenir ve sanki yardım istermiş gibi Troçki'ye döndü ve kekeleyerek, "Affedersiniz," der.
Troçki hemen, "Lütfen müdahale etmeyiniz," diye memuru tersler ve, "Oturuma katıldınız. Açıklamanınızı yaptınız. Biz de tebellüğ ettik.
Sonra salona döner ..
“Polisin toplantıda yapacak başka bir işi kaldı mı ?"
"Hayır!"
"O halde lütfen salondan çıkınız."
Polis memuru son derece şaşkındır. Ne yapacağını bilemez ve birkaç kelime mınldandıktan sonra odadan çıkar.
Bu sırada Troçki Yürütme Kuruluna bütün evrakı imha etmelerini ve polise adlarını vermemelerini söylemiştir.
Bu sırada Polis memuru yeniden odaya girmiştir. Ama bu sefer arakasında sefer arkasında bir manga asker vardır.
Bir kurul üyesi bu sefer askerlere ajitasyon çekmeye başlamıştır.
“ Çar, şu anda Ekim Bildirisinde verdiği sözü bozmaktadır ve siz askerler Çar'ın sizi halka karşı kullanmasına göz yummaktasınız. “
Bu sözlerin askerleri etkilemesinden korkan tutuklama emrini okuyan polis, hemen askerleri hemen koridora çıkartır.
Ama konuşmacı ajitasyona devam etmektedir.
"İşçilerin kardeşçe çağrısı, kapılar kapansa da askerlere ulaşacaktır." dediği sırada , son derece kalabalık bir polis birliği odaya dalmıştır.
Buna rağmen Troçki istifini bozmadan "Yürütme Kurulu toplantısının sona erdiğini" duyurur.
8 Aralık 1905’te İşçi Temsilcileri Sovyetinin tutuklamasıyla birlikte , aralık ayı bir dizi büyük grev ve direnişle başlamıştır. Bu süreçte Petersburg’daki geri kalanlar İkinci Sovyet seçimini gerçekleştirir. Bu arada ilk tutuklanan Sovyet üyelerinin sayısı üçyüzü bulmuştur. Üç yüz tutuklu Sovyet üyesi yine Petersburg içerisinde bulunan 3 cezaevine dağıtılmıştır.
Bu arada Duma’nın açılışı ile birlikte Sovyet temscilcileri için genel af bekletisi de konuşulmaya başlamıştır.. Ancak bu beklenit gerçekleşmez. Nisan günleri cezaevindeki Sovyet temsilcilerinin ruh hali ölüm cezası ile serbest bırakılmak arasında gider gelir.
Bu arada bir kısım tutuklular Petersburg dışına ceza amaçlı olarak sevk edilmeye başlamıştır.
Ancak bu beklentilerin her ikisi de gerçekleşmez. Hapis cezası talepli iddianame Mahkemeye sevk edilir. Sovyet üyeleri hakkında Savcı hem 8 yıla hapis cezası da hemde iki yıl zorunlu çalışmayı gerektiren iki ayrı maddeden cezalandırma talep etmiştir.
İddianame, 52 sanığı “ Kasten Rusya’da temel yasalara dayanarak kurulmuş olan hükümet sistemini değiştirip, yerine demokratik cumhuriyet kurmayı amaçlayan bir örgüte katılmak”la suçlamıştır. Suçlama, Ceza Yasası’nın 101. ve 102. maddelerine dayandırılmıştır.
Petersburg Sovyet davası, her siyasi davanın özünde olduğu yasanın iç mantığına oturmaz, Troçki’nin ifadesi ile askeri-politik bir eylem olarak ortaya çıkmıştır.
Çar rejimi önceki örneklerde olduğu gibi askeri bir mahkeme önünde hızlı bir yargılamayla Sovyet yöneticilerini fiziken yok etmesi mümkünken hukuka uygun sivil bir mahkeme önünden yargılamayı tercih etmiştir. Soruşturma ve yargılama süreci o dönemin koşullarına göre son derece itidalli bir şekilde gerçekleşmiş, yaklaşık 10 ay sürmüştür. Yargılama sürecinde sanıklar açısından cezaevi koşulları rahat geçmiştir.
İddianame, İşçi Temsilcileri Sovyetini “ önceden saptanmış politik bir amaca dayanarak oluşturulan ,tüm üyelerinin ise ona katılmakla, önceden çizilmiş bu politik programa imza atmış ve onaylamış” bir yapılanma olarak ifade etmiştir.
Bu tariften sonra devamla müstakbel Sovyetin öncülerinin, “işçi sınıfı hareketine örgütlülük, birlik ve güç katacak” ve “toplumun geri kalanı nezdinde Petersburg işçilerinin sözcülüğünü” yapacak bir İşçi Komitesi seçilmesini talep ettiklerini ifade etmektedir. “Temsilci şeçimleri derhal yapıldı”diye devam eden iddianame daha ilk satırlarında kendisiyle çelişmeye başlar. Bu saptama bir politik program etrafında birleşmiş bir gizli örgüt olmadığı anlamına gelir. Bir başka ifade ile Sovyetin DUMA ya da diğer yerel yönetimlerden hiç farkı yoktur..denebilir.
İddianamenin tek ortak paydası , çeşitli fabrikalarda herkese açık ve kademeli bir seçimle göreve getirilmesi dışında bir ortaklık bulunmayan , ideolojik ve siyasal olarak aynı şeyleri temsil ediyormuş gibi 52 kişiyi sanık olarak sandalyesine oturtmasıdır.
İddianamenin mantığına göre hiçbir ideolojik ortaklık içerisinde olmayan 52 kişi Çarlık rejimini yıkıp, “zorla” demokratik bir düzen kurmayı hedeflemektedir.
Eğer Sovyet 101. ve 102. maddelerde belirtildiği gibi bir yapı ise , bu yapının merkezi nerededir ?sorusı ise boşlukta kalmaktadır.. Temsilciler kendi iradeleri ya da tercihleri ile değil, seçmen iradesi ile orada oturduğuna göre , doğal olarak attığı her adımdan kendisine oy verene karşı sorumlu olacaktır. Üstelik işyeri orada mevcut olduğu sürece temsilci attığı her adımdan her an ona karşı hesap verebilir olacaktır. Temsilci bir anlamıyla işyerinde çıkan iradenin sözcüsüdür. Asıl irade işyerinde işyerinde bulunan işçi kitlesinin kimliğinde ortaya çıkmaktadır. İşçi kitlesi temsilciler aracılığıyla, Sovyetin faaliyetlerine müdahale edebilecek, önemli kararlarda birinci derece de söz sahibi olacaktır.
Hatta –grevler, sekiz saatlik işgünü mücadelesi, işçilerin silahlanması– gibi konularda inisiyatif Sovyette değil, en ileri işyerlerine aittir. Yani işçiler kendi aralarında doğrudan demokrasi kuralları ile toplantı düzenleyip kararlar almakta, temsilciler aracılığıyla bu kararları Sovyete bildirmektedir. Bir anlamı ile , Sovyet örgütlenmesi, hem gerçekte hem de biçimsel olarak, Petersburg işçilerinin büyük çoğunluğunun bizzat doğrudan demokrasi kurallarının işlediği öz örgütlenmesiydi. 200.000. işçinin ortak iradesini temsil eden bir yapının hiyerarşik bir örgüt olması mümkün değildir.
İddianame Sovyeti hiyerarşik bir yapı olarak tarif ederken dolaylı olarak kendi tezini çürütmekten kaçınmamıştır.Örneğin , Matbaa işçileri Sendikası , savcının gözünde Sovyetin bir parçası ,yani mevcut düzeni zorla değiştirmeyi hedefleyen yapıyı temsil etmektedir.Savcı iddianameye bu sendikanın bir toplantısında alınan kararı alıntılamış ve aynen “İşçi Komitesinin tüm yurttaşları silahlandırma emeli, İşçi Komitesini oluşturan örgütlerin … tartışmalarında ve kararlarında ifade buluyordu” demiştir.
Yani bir taraftan hiyerarşik yapıdan bahsederken, diğer taraftan kararların sendika toplantılarında tüm işçi kitlesinin katılımıyla gerçekleştiğini kabul etmiştir.
Bu yüzden duruşmalara sırasında , tanık olarak gösterilen tüm işçiler kendilerinin de sanık sandalyesine oturması gerektiğini , çünkü alınan kararlarda iradeleri ve sözlerinin olduğunu ifade etmişlerdir.
İddianamedeki çelişkiler yargılama sırasında savunma tarafından dile getirilmiş, özellikle Savcının, Sovyetin seçime dayalı yapısın ı yok sayması ve onu sadece aynı siyasal düşünceye sahip devrimcileri birliği ifade etmesi, Yine sovyet üyelerinin toplam sayısı 500, 600 kişi olduğu halde, bu sayı çok “yüksek” bularak, sanık sandalyesine sadece Yürütme Komitesini oturtması, Tabi ki bu arada . Yürütme Komitesinin seçime dayalı yapısını ve bileşiminin değişken ve akışkan olduğunu kasten görmezden gelmesi teşhir edilmiştir.
Bunun yanında belgelerde Sovyet tarafından Genel oturumlarda alındığı açıkça belli olan kararların dahi sanki Yürütme Komitesi tarafından alınmış gibi sunulması üzerinde de durulmuştur.
Sanık avukatlarının duruşmalar sırasında , yine çok üzerinde durdukları konu, sanıkların tespit ediliş biçimi olmuştur. Savcı davayı sadece , Yürütme Komitesi hakkında açmamış, Sovyet üyelerinden bir kısmı hakkında da “Sovyetin faaliyetlerinde aktif ve kişisel rol oynadığı” gerekçesi ile onları da iddianameye dahil etmiştir. Savunma tarafı bu çelişki üzerinde de durmuş, suç soruşturmasında “aktif ve kişisel rol “ diye bir ayrım olmayacağını, ortada bir suç varsa , doğal olarak bu suçun işlenmesine doğrudan katılan, yardım eden ya da işlenmesi için irade koyan herkesin suça iştirak hükümleri uyarınca sanık sandalyesine oturması gerektiğini ifade edilmiştir.
Bunun dışında Savcı özel bir kast ve suça elverişli eylem üzerinde durmamış, bir toplantıda giriş kartlarının kontrol edilmesini ya da bir grevde gözcülük yapmayı, Çarlık düzenini zorla devirmeye elverişli eylem olarak sunmuş ve bu eylemleri aktif ve kişisel katılım olarak saymıştır.
3 aralıktaki ilk operasyondan sonra, Sovyet faaliyetlerine son vermiş değildir. Sovyetin kalan üyeleri kendi içlerinden yeni bir yürütme seçerler. Sovyetin yayın organı olan İzvestia gazetesi yayına bir süre devam eder. Yeni seçilen Sovyet yürütmesi de aralık grevi çağrısını yapar.
Sovyetin yasal zemine oturduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü Çarlık otokrasisinde demokratik yaşama ilişkin en küçük bir hukuksal norm mevcut değildir.
Witte’nin 17 ekim bildirgesi dayanak olarak ifade edilse ile en azından kuruluş aşaması bundan önceki tarihe dayandığı için yasallıktan bahsetmek yine de mümkün değildir.17 ekim bildirgesinin kaynağı ortaya çıkan devrimci ortamdır.. Sovyetin kuruluşu da bu aynı ortamın sonucu olmuştur.
İddianame Sovyeti tümden yasadığı örgüt olarak kurulduğunu iddia ederken, Başbakan Witte’nin hangi gerekçeyle bu yasadığı örgütle görüşmeler yaptığı konusunda ise hiçbir şey söylenmemiştir.
Aslında direnişler sonucu ortaya çıkan fiili özgürlük ortamı, her yöne sirayet etmiş,direniş kendi hukukunu fiili olarak yaratmıştır. Yapılan gösterilerin ve grevlerin hiçbir yasal dayanağı yoktur. Basın sansür kurallar bu döneme ortadan kalkmıştır. Sendikalar ,dernekler kendiliğinden kurulmuş, Zemsko Kongreleri herkese açık bir şekilde gerçekleşmiştir.
Başbakan Kont Witte’nin Sovyet yetkilileri ilen olan görüşmesi ise yine bir sokak eylemi nedeniyle olmuştur. Bu dönemde Kazanski Katedrali civarında bir sokak mitinginde 3 Sovyet üyesi tutuklanır. Sovyet yürütmesi Başbakana Sovyet üyelerinin serbet bırakılması için bir heyet gönderir. Başbakan Witte heyeti kabul eder. Sorunla ilgileneceğini söyler.
İddianame bu görüşmeyi de iddianameye alır ,ama Başbakanının sistemi yıkmayı amaçlayan gizli örgütleme bizzat kabul etmesini ise meşru bir faaliyet olarak anlatır.
İddianame Petersburg Sovyeti ,mevcut düzeni zorla değiştirmeye amaçlayan” silahlı bir örgütlenme “olduğu konusunda mahkemeyi ikna etmek için gösterdiği kanıtlarda zorlamadır..
Savcı Soyyet Yürütme Komitesinin kasım ayı içerisinde tüm işçileri silahlandırmaya karar verdiği tezini ileri sürerken ,bir tütün fabrikasında işçi olan Grigori Levkin’in ifadesine dayanmaktadır. Grigori Levkin kendisininde bulunduğun genel bir işçi toplantısında işçilerin silahlanmasından bahsedildiği ileri sürmektedir.
Savcı kasım ortalarında Yürütme Komitesinin Petersburg proletaryasını silahlı bir ayaklanma için silahlandırma kararını aldığını iddia ederken ,kurguyu şu şekilde sunmuştur.
1)6 Kasımdaki toplantıda Sovyet üyelerinden biri işçilerin 10 ilâ 100 kişilik silahlı birimler şeklinde örgütlenmesini savundu.
2) Kasım ortalarında Soyyet Üyesi Nikolay Nemtsov silah eksikliğini vurguladı.
3) Aleksey Şişkin 9 Ocak için bir ayaklanma kararlaştırıldığını biliyordu.
4)Tüm bunların öncesinde ,ekim ayında,SOVYET Haharev, Kara Yüzlerden korunmak için bir revolver edinmişti.
5)Tarihi tespit edilmeyen bir Sovyet toplantısında, silah ihtiyacından bahsedildiği bilgisi alındır.
6)Sovyetin
parası vardı. Parası olduğuna göre her an silah alabilirdi.
Duruşmalar
Halka açık olması planlanan duruşmanın ilk tarihi 20 Haziran olarak belirlenir. Ancak aralık operayonları ve baskı ortamı nedeniyle toplumsal muhalefet durulmuş gibi gözüksede, bu dava ekim ruhunun yeniden canlandırmıştır.
Petersburg fabrikalarını ve atölyelerinde geniş katılımlı mitinglerle davayı protesto eden bir isyan dalgasını ortalığını ortaya çıkarmıştır. Bu ruh hali Petersburg proleteryasının tutsak olan Sovyet temsilcileri ile olan dayanışma duygusunun bir sonucu ve davaya duyulan tepkidir. Sovyetin olan işçi sınıfı davaya sahip çıkmıştır.
20 haziran günü mahkeme binasının avlusu ve çevredeki sokaklar askeri bir kampa dönüştürülmüş, Petersburg’daki bütün polisler seferber edilmişti. Ama bu olağanüstü hazırlıklara rağmen duruşma gerçekleşmedi. Mahkeme usulü gerekçelerle, dosya üzerinden davayı erteleyerek duruşmayı 19 Eylüle yani üç ay sonraya erteledi. Aslında hem savunma tarafı hemde iddia makamı için bu erteleme sürpriz olarak karşılanır.. Çünkü hükümet yargılama için gerekli güvenliği fazlasıyla sağlamıştır.Mahkemenin kendi belirlediği duruşma gününü sudan gerekçelerle 3 ay sonraya bırakması, Mahkeme başkanının koltuğu yitirmesi ile sonuçlanır.
İktidarın atadığı yeni başkanla duruşma 19 Eylülde başlar.
1906 Eylül siyasal durum açısından bir geçiş dönemine tekabül etmektedir. Birinci Duma dağıtılmış, ikinci Duma ise henüz toplanamıştır. Siyasal davalarda ise baskıcı değil liberal hava hakimdir. Siyasal hava duruşmalara aynen yansır. Örneğin;Savunmanın tanık dinlenmesine yönelik talepleri Mahkeme tarafından itirazsız yerine getirilmekte, savunma hakkına yönelik her hangi bir müdahale olmamamıştır. Kısacası savunmaya son derece toleranslı davranılmaktadır.
Sanıklar yargılama sırasındaki liberal ortamı sonuna kadar kullanır. Savunma tarafı toplam 400 kişilik tanık listesi vermiştir. Ancak bunların hepsi duruşmaya gelmemiştir. Kamu tanıkları ile birlikte 200’ü aşkın tanık duruşmada hazır bulunur ve herhangi bir müdahale olmaksızın ,bu tanıkların Mahkeme tarafından ifadeleri alınır.
Tanıklar arasında , işçiler, fabrika sahipleri, jandarmalar, mühendisler, hizmetçiler, sıradan vatandaşlar, gazeteciler, posta memurları, öğrenciler, Duma üyeleri, kapıcılar, senatörler, sokak serserileri, temsilciler, profesörler ve askerler gibi her türlü meslek grubundan insan vardır.
Tanıklar hem Mahkeme tarafından, hemde sanık ve avukatları tarafından her hangi bir sınırlama olmaksızın ve çapraz sorgu yöntemiyle sorgulanırlar.
Petersburg Sovyetinin ne olduğu tanık ifadeleriyle yeniden ortaya çıkar ve resim aslına uygun olarak yeniden çizilir.
Bu resimde Rusya çapındaki Ekim grevi; Kronştad denizcilerinin askeri mahkemedeki yargılamaları, Polonya’nın yağmalanmasına karşı işçi sınıfının Kasım grevi, Petersburg işçilerinin sekiz saatlik işgünü için verdikleri mücadele ; posta ve telgraf idaresi işçilerinin ayaklanması başta olmak üzer üm direniş haritası mahkemenin gözleri önüne sunulur.
Sovyetin ve Yürütme Komitesinin toplantı tutanakları da ilk defa mahkeme önünde okunduğu için Sovyetin , işsizlere yardım örgütleme, işçilerle işverenler arasındaki anlaşmazlıkları çözme ve ekonomik grev eylemlerini yönetme doğrultusunda gösterdiği mücadele günü gününe duruşma salonuna yansıtılır.
Mahkeme binası ise iptal edilen ilk duruşmada olduğu gibi gerçek bşir askeri bir kampa dönüşmüştür. Avluda, girişte ve yan sokaklarda birkaç bölük asker bulunmaktadır.
Cezaeviyle mahkemeyi bağlayan koridor, mahkeme binasının her odası, sanıkların arka sırası, her köşebaşı, hatta bacaların içleri bile kılıçlarını çekmiş jandarmalarla doludur.Jandarmalar, sanıklarla, duruşmayı izlemek üzere içeri alınan yaklaşık 100-120 kişilik topluluk arasında etten bir duvar oluşturmuştur.
Duruşma salonundan yaklaşık 40 avukat vardır. Avukatların duruşma sırasında sanıklarla olan diyaloglarına ise herhangi bir müdahale yoktur. Hatta, gazeteler, mektuplar, şekerlemeler ve sınırsız bir şekilde çiçek getirilmekteydi. Herkesin yakasında,kucaklarında çiçek vardır. Bunun dışında sıraların üstünü de çiçek kaplamıştır. Duruşma salonunun bu çiçekli ve kokulu atmosferi herkesi etkilemiştir. Mahkeme başkanı her hangi bir şekilde müdahale etmez. Biraz moralleri bozulsa da Jandarma , seyirci bölümünden gelen çiçekleri sanıklara iletmeye başlamıştır.
Duruşmalar böyle bir ortamda başlamıştır. Önce sanık sorguları tamamlanır. Sonra tanık işçiler çağrılır.
İşçiler tanık odasında beklemektedir anca mübaşirin kapıyı açması ile birlikte tanıklar devrimci marşlar söylemeye başlamış, duruşma salonu slogan ve marşlarla çınlamaya başlamıştır.
Mahkeme başkanı ise sadece ellerine iki yana açmak dışında bir şey yapmamıştır.
Duruşmanın daha ilk günü olağanüstü bir gösteriye sahne olmuştur.
Bu arada Mahkeme başkanı 52 sanıktan sadece 51’ini çağırmış, Ter-Mkrçtiants’ın adını atlamıştır.
Sanık avukatlarından Sokolov “Sayın başkan Ter-Mkrçtiants nerede?” diye sorar.
“Onun ismi sanık listesinden çıkarıldı”
“Neden?”
Başkan “Yani.. şeyy … o idam edilmiş,gözüküyor” diye cevap verir.
Gerçekten de ilk duruşma tarihi olan 20 Haziranla 19 Eylül tarihleri arasında kefaletle serbest bırakılan Ter-Mkrçtiants, tahliye olduktan sonra boş durmamış, bu defa askeri ayaklanmaya katılmaktan , askeri bir mahkeme tarafından ölüm cezasına çarptırılmıştır. Cezası da aynı zamanda bir donanma üssü olan Kronştad kalesinin surlarında infaz edilmiştir.
Sanıklar, tanıklar, sanık avukatları, duruşmayı izleyen sanık yakınları ve diğer izleyenler , herkes ölen kurbanın anısına saygı duruşuna geçer. Bu arada aklı karışan polis ve jandarma memurları da diğerleriyle birlikte ayağa kalkar, saygı duruşuna katılır..
Saygı duruşunun sonrası, tanıkların yemin etmek üzere yirmişerli otuzarlı gruplar halinde getirilmeye başlamıştır. Pek çoğu iş kıyafetleriyle gelmiş, elleri ve üstü başı işten dolayı kirlidir. Ve şapkalarını ellerinde tutmaktadırlar.
Duruşma salonuna giren grup ,önce hakimlere şöyle bir göz ucuyla baktıktan sonra, tutuklu sanıkları doğru haykırarak “İyi günler, yoldaşlar!” diyordu.
Tanıklar bir mahkeme salonunda bulunmaktan ziyade, bir olağan sovyet toplantısına katılmış gibiydiler.
Başkan hızlı bir şekilde tanık yoklamasını gerçekleştirir ve ardından yemin etmelerini söyler.
Bu sırada yaşlı bir rahip elinde haçıyla birlikte portatif bir mihrabın ardına geçmiş, duruşmaya giren ilk tanık grubunun haçı burunlarına doğru uzatmıştır. Lakin tanıklar hiç oralı olmayınca ve Başkan yemin için çağrısını tekrarlar.
Tanık işçiler “Hayır, yemin etmeyeceğiz,Biz böyle şeylere inanmayız.” diye yanıt verirler .
Başkan “Ama sizler Ortodoks inancına bağlı değil misiniz?” der..
Cevap “Polis kitaplarında söylenen bu, ama biz bu tür şeylere inanmayız.” olur.
Başkan kibar bir şekilde “Bu durumda siz gidebilirsiniz Peder, bugün hizmetlerinize ihtiyaç olmayacak.”der..
Polislerin dışında, Ortodoks rahiple birlikte yemin edenler sadece Lutherci ve Katolik işçiler olur. “Ortodoks” olanlar ise yemin etmeyi reddedip doğruyu söyleyeceklerine ant içmekle yetinirler.
Yemin ritüeli her tanık grubu için ayrı ayrı tekrarlanmaktadır. Başkan “Yemin edecekler” ilerlesin ve rahibin karşısına geçsin. Yemin etmeyecekler ise geride dursun.” diyerek işi hızlandırmaya çalışmaktadır..
Duruşma Petersburg Sovyetinin kuruluşundan neredeyse bir yıl sonra başlamıştır. Bu bir yıl içerisinde, Sovyetin kuruluşu sırasında toplumsal meşruiyetin, daha sonrasında yani Sovyetin yasaklanmasından sonraki süreçte, kamuoyunda algısının nasıl değiştiği tanık ifadelerine de yansır.
Tanık olan işçilerin beyanlarından,kayıtsız şartsız bir sadakatleir onların sonuna kadar Sovyete sahip çıktıkları açıkça görülmektedir..Fakat diğer tanıklarda ise bir yıl önceki ruh halinin değiştiği gözlenmektedir.
Bunun bir örneği Petersburg Duması üyesi olan Kont Tiesenhausen’ın ifadesidir. Ekim genel grevi sürecinde Sovyet temsilcileri , bir dizi görüşme için Duma’da bulundukları esnada , Tiesenhausen’da Duma toplantısındadır.
Tanık ifadeleri doğrudan sorgu yöntemiyle alınmaktadır. Yani savunma avukatları gelen tanıklara doğrudan soru sormakta, tanıkta soruya cevap vermektedir. Mahkeme başkanının müdahalesi olmamaktadır.
Savunma avukatının“ Kont Tiesenhausen’na “silahlı bir milis oluşturulması talebi karşısında sizin kişisel tavrınız ne oldu?”sorusuna , “Bu sorunun konuyla ilgisi yok” diye cevap verince , Mahkeme Başkanı “Avukatın sorusu benim duruşmayı yürütme çerçeveme göre yerindedir” diye araya girer ve tanıktan bu soruya cevap vermesini emreder.
Kont Tiesenhausen’in cevabıda ilginçtir.
“Bu durumda, şunu söylemek isterim ki, o zamanlar silahlı milise sıcak bakıyordum, ama o günden bu yana fikrimi tümüyle değiştirdim.”der.
Liberal kanatta Sovyete karşı bakış açısının son bir yıl içerisinde nasıl değiştiğinin göstergesidir bu ifade.
Duruşmaya tanık olarak çağrılmayan çeşitli fabrikalardan çalışan işçiler ise her işyeri ayrı ayrı için toplu beyan dilekçeleri göndermiştir.
Mahkeme Başkanı, bu dilekçeleri duruşmada okumaktan imtina edince, savunma tarafı bu dilekçelerin duruşmada okunması konusunda ısrar ederler.
Bunlardan bir tanesi şöyledir.
Biz aşağıda imzası bulunan Obuhov fabrikası işçileri, hükümetin İşçi Temsilcileri Sovyeti duruşmasını bir hukuk cinayetine dönüştürme eğiliminde olduğunu düşünüyoruz; Hükümetin Sovyeti işçi sınıfına yabancı amaçlar güden bir avuç komplocu gibi göstermeye çalışmasına çok şaşırdık. Burada ilân ediyoruz ki, Sovyet bir avuç komplocudan değil tüm Petersburg proletaryasının gerçek temsilcilerinden oluşmaktadır. Hükümetin Sovyete adaletsiz yaklaşımını ve özellikle de yoldaşlarımıza yöneltilen suçlamaları protesto ediyor ve hükümete bildiriyoruz ki, eğer hepimizin büyük saygı duyduğu yoldaş Pazidnev suçluysa biz hepimiz de suçluyuz ve bunu imzalarımızla kabulleniyoruz.
Bu dilekçede 2.000 den fazla imza vardır. Fabrikanın her bölümünde elden ele dolaştırıldığı için kâğıtlar kirli ve buruşuktur.
Obuhov Fabrikası işçilerinin bu dilekçesi Mahkeme Başkanı tarafından okunur. Ancak başkan dilekçelerden bazılarını, Hükümet ve Mahkemeye karşı “aşırı uygunsuz” dillerinden dolayı okumayı reddetmiştir.
Bu dilekçelere iliştirilen imzaların sayısı on binleri bulmaktadır. Tanık olarak işçilerin anlatımları ile birlikte binlerce işçinin gönderdiği bu dilekçe, Sovyetin işçi sınıfı içerisindeki gücünü ve bu gücün devrimci bir düşünceye evrilmiş olduğunu göstermiştir. Sovyetin komplocu bir yapı olduğunu iddia eden Savcının bu tezi bir anda çökmüştür..
Savcının “silahlı ayaklanmaya hazırlık “ tezi davanın esası olduğu için Savcının tanıklara yönelttiği sorularda bu minvaldedir.
“Sovyet silahlı ayaklanma çağrısı yaptı mı?”
“Aslına bakarsanız, yapmadı” diye yanıtlar bir tanık ve “Sovyetin tüm yaptığı silahlı bir ayaklanmanın kaçınılmazlığı yolundaki ortak kanıyı formüle etmekti.”der.
“Sovyet bir Kurucu Meclis çağrısı yaptı. Onu kim kuracaktı?
“Halk!”
“Nasıl?”
“Tabii ki, zorla. Her yere ikna yoluyla varamazsınız.”
“Öyleyse, Sovyet işçileri ayaklanma için silahlandırdı?”
“Hayır, kendilerini savunmaları için.”
Sanık ve tanık ifadeleri ile ortaya çıkan tablo, işçilerin kendilerini savunmak için silahlandıklarıdır..
Troçki’nin Mahkeme önündeki savunmasıda son derece etkili olmuştur. (Tarihsel bir belge olması açısından bu savunmayı yazının altında verilmiştir.)
Savunmanın mahkemeye sonradan çok ünlü olan “Lopuhin Mektubu”nu sunmasıyla, duruşma renkli bir hal alır.
Savunma avukatı şunları söylemektedir.
“Mahkemenin sayın bayları! Bizim pogromları hazırlamada ve örgütlemede devlet iktidar organlarının önder bir rol üstlendiği iddiamıza inanmamış görünüyorsunuz. Belki bu davadaki tanıkların sunduğu kanıtlar sizi ikna etmek için yeterli değil.
Belki eskiden Devlet Dumasında İçişleri Bakanı olan Prens Urusov’un ifşaatlarını çoktan unuttunuz. Belki yeminli ifadesinde, pogromlardan söz etmenin kitleleri silahlandırmak için sadece bir bahane olduğunu söyleyen jandarma General İvanov’a inandınız.
Belki de yine yeminli ifadesinde Petersburg’da bir tek pogrom bildirisi bile görmediğini söyleyen gizli polis memuru tanık Statkovski’ye inandınız. O halde buna bir bakın! Bu gördüğünüz polis müdürlüğünün eski başkanı Lopuhin’in İçişleri Bakanı Stolipin’e gönderdiği bir mektubun onaylı bir kopyasıdır.
Kont Witte’nin özel direktifiyle şahsen yürüttüğü araştırmalara dayanan bay Lopuhin, pogrom bildirilerinin tanık Statkovski’nin görevli olduğu gizli polis matbaalarında basıldığını; bu bildirilerin gizli polis ajanları ve monarşist partilerin üyeleri tarafından tüm Rusya’ya dağıtıldığını; polis departmanıyla Kara Yüzler arasında sıkı örgütsel bağlar bulunduğunu; Sovyetin faaliyet gösterdiği dönemde bu suç örgütünün başında bulunan ve saray komutanı sıfatıyla muazzam bir güce sahip olan General Trepov’un, polisin faaliyetlerini Çara rapor ettiğini ve pogromları örgütlemek için bakanlığın denetimi dışında devasa devlet fonlarına hükmettiğini ifade ediyor.
Ve başka bir gerçek, sayın baylar! Çok sayıda Kara Yüzler broşürü –bunlar ön soruşturma dosyasında elinizin altında bulunuyor– Sovyet üyelerini işçilere ait paraların üstüne oturmakla suçluyordu. Jandarma generali İvanov, bu broşürlerdeki bilgiye güvenerek, Petersburg’daki birçok fabrika ve tesiste özel bir araştırma (kuşkusuz hiçbir sonuç vermeyen) yürüttü. Biz devrimciler yetkililerin böyle yöntemler kullanmasına alışığız. Ama jandarma kuvvetini idealize etmekten uzak olan bizler bile, bu servisin ne kadar ileri gidebileceğinin farkına varmadık.
Bugün ortaya çıkmıştır ki, Sovyeti işçilerin fonlarına el koymakla suçlayan bildiriler bizzat General İvanov’un jandarmaları tarafından hazırlanmış ve basılmış. Bu gerçek de bay Lopuhin tarafından doğrulanmıştır. Sayın baylar! Yazarının imzasını taşıyan mektubun bir kopyası işte burada. Bu değerli belgenin tümünün mahkeme önünde okunmasını talep ediyoruz. Ayrıca, halen Danıştay Üyeliği görevi yürüten Lopuhin’in bu duruşmaya tanık olarak çağrılmasını istiyoruz.
Bu talep bir fırtına yaratır. Mahkeme bu talebi görüşmek üzere uzunca bir süre arar verir , aranın sonunda , uzun tartışmalardan sonra, mektubu dikkate almayı ve Lopuhin’i tanık olarak çağırmayı reddeder.
Eski bir polis şefi olan Lopuhin’in duruşmada sanıkların çapraz sorgusu altında nasıl tepki verebileceği kestirilemeyeceği tabi ki belli değildir. Davayı riske atacak bir şeye izin vermeye Mahkemenin de zaten cesareti yoktur.
Mahkeme Başkanının Loğuhin’in tanık olarak dinlenmesi talebinin reddine açıklanması ardından, duruşmadaki tutuklu sanıkları bu kararı protesto ederek, Mahkeme salonunda işleri kalmadığını ve cezaevi hücrelerine geri götürülmeyi toplu olarak talep ederler.
Duruşma salonunu sanıklar boşaltınca, Avukatlarda duruşma salonunu boşaltır. Mahkeme kararını neredeyse boş bir salona okur.
Mahkeme Sovyeti, işçilere ayaklanma amacıyla silah temin etmekten suçsuz bulmuştur. Ancak diğer suçlamalar nedeniyle Troçki dahil 15 sanığı tüm kamu hizmetlerinden men ederek , ömür boyu Sibirya’ya sürgün cezası ile mahkum eder.
Diğer sanıkların tümü suçlamalardan beraat eder. Sadece iki sanığa kısa süreli hapis cezası verilmiştir.
Sovyet Temsilcileri duruşmasının tüm ülkede yankısı ve etkisi büyük olur. Özellikle 2. Duma seçimlerinde Sosyal Demokrat grubunda seçim başarısında bu davanın büyük bir ajitatif etkisi olur. ,
Kararın duyurulduğu 2 Kasımda, Novoye Vremya isimli gazetede , yurtdışından yeni dönmüş olan Kont Witte’nin bir açıklaması yayınlanır.
Ekim sürecinde Kont Witte sağ kanat bürokrasi ve siyasetçilerinin ağır saldırısına maruz kalmıştır. Bu dönemde Witte Sovyet temsilcileri ile diyalog kurduğu için “Rus devriminin baş kışkırtıcısı olmakla” suçlanmıştır.
Kont Witte bu açıklamasında ekim sürecinde Sovyet temsilcileri ile olan kurduğu diyaloğu reddederek, duruşmada tanıkların ve sanıkların ortaya koyduğu bu savunmayı “savunma amacıyla uydurulmuş” iddia olduğunu söyler.
Bunun üzerine cezaevinde bulunan tutuklu sanıkları 5 Kasımda Tovariş gazetesinde aşağıdaki ortak cevap metnini yayınlarlar.
“Bizler, kendi politik duruşumuzla Kont Witte’ninki arasındaki farklılığın, biz proletarya temsilcilerini politik faaliyetimizin her aşamasında gerçeği söylemeye iten güdüleri eski Başbakana açıklayacak kadar net biçimde farkındayız. Ama savcının konuşmasından alıntı yapmanın yersiz olmadığını düşünüyoruz. Bize kökten düşman bir hükümetin maaşlı elemanı olan bu profesyonel suçlayıcı, bizim ifadelerimizin ve konuşmalarımızın kendisine iddia makamı –iddia makamı, savunma değil!– için gerek duyduğu tüm malzemeyi verdiğini kabul etti ve bizim mahkeme önündeki ifademizi dürüst ve içten diye tanımladı
Dürüstlük ve içtenlik, yalnız politik düşmanlarının değil, profesyonel hayranlarının bile Kont Witte’ye asla yakıştırmadıkları niteliklerdir.
Kont Witte’nin inkârının amaçları ve güdüleri ne olursa olsun ve ne kadar acemice yapılmış olursa olsun, yayınlanması tam zamanında oldu. Sovyetin karşı karşıya kaldığı bu devlet iktidarının resmini tamamlamak için son fırça darbesiydi bu. Birkaç satırla bu resim hakkında tartışma özgürlüğümüzü kullanmak istiyoruz.
Kont Witte bizi adaletin ellerine teslim edenin kendisi olduğunu vurguluyor.
Bu tarihsel yiğitliğin tarihi, yukarıda belirtildiği gibi 3 Aralık 1905’ti.
Bizler, gizli polisin, daha sonra da jandarmanın elinden geçtik ve sonunda mahkemeye çıkarıldık.
Gizli polis departmanından iki memur duruşmada tanık olarak ortaya çıktılar.
Geçen yılın sonbaharında Petersburg’da bir pogrom hazırlanıp hazırlanmadığı sorusuna çok kesin bir “Hayır!”la yanıt verdikten sonra, pogrom çağrısı yapan bir tek broşür dahi görmediklerini eklediler.
Ama polis departmanının eski müdürü olan Danıştay Üyesi Lopuhin, pogrom bildirilerinin o dönemde bizzat gizli polis idaresince basıldığını söyledi.
Kont Witte’nin bizi ellerine teslim ettiği “adalet”in ilk aşaması bu kadardı.
Ayrıca, Sovyet davasıyla ilgili araştırmayı yürüten jandarmalar da mahkemeye çıktılar. Kendi ifadelerine göre, Sovyetin bazı paralara sözde el koymasıyla ilgili araştırmalarını savcının “yalancı ve düzenbaz” diye nitelediği Kara Yüzlerin broşürlerine dayandırmışlardı.
Peki burada ne öğreniyoruz? Danıştay Üyesi Lopuhin bu yalancı ve düzenbaz bildirilerin ,bizzat Sovyet davasını araştıran jandarma karakolunda basıldığını söylüyor.
İşte adaletin ikinci aşaması.
Ve ardından on ay sonra kendimizi mahkemede bulduk, duruşma başlamadan önce de ana hatlarıyla bilinen şeyleri söylememize izin verildi; ama biz, Sovyetin faaliyet gösterdiği dönemde ciddi anlamda bir devlet otoritesi bulunmadığını; en aktif organlarının yalnız yazılı yasaları değil tüm insani yasaları da çiğneyen karşı-devrimci yapılar haline geldiğini; en önemli makamlardaki devlet görevlilerinin Rusya çapında pogromlar gerçekleştirecek bir örgüt kurduklarını; Temsilciler Sovyetinin özünde ulusal savunu görevini yerine getirdiğini göstermek ve kanıtlamak için derhal bir girişimde bulunduk; bu gerçekleri göstermek ve kanıtlamak için, duruşmamız sayesinde ortaya çıkan Lopuhin’in mektubunun dava dosyasına yerleştirilmesini ve Lopuhin’in tanık olarak dinlenmesini talep edince, mahkeme, adalet taleplerine rağmen, güçlü elini uzattı ve ağzımızı kapattı. İşte adaletin üçüncü aşaması da böyle gerçekleşti.
Ve en nihayetinde, iş bitip, karar açıklandığında, Kont Witte sahneye çıkıyor ve artık alt edildiklerini düşündüğü politik hasımlarını karalamaya girişiyor. Tıpkı asla bir pogrom broşürü görmedik diyen gizli polis memurları kadar kesin bir şekilde, Kont Witte de, asla İşçi Temsilcileri Sovyeti ile ilişkisi olmadığını söylüyor. Tıpkı onlar kadar kesin ve tıpkı onlar kadar dürüst bir şekilde!
İçinden geçtiğimiz resmi adaletin bu dört aşamasına soğukkanlılıkla yeniden bakıyoruz. İktidarın temsilcileri bizi “her haktan” mahrum bıraktılar ve sürgüne gönderiyorlar. Ama bizi proletaryaya ve onurlu yurttaşlara güven duyma hakkından mahrum bırakamazlar. Ulusal yaşamın tüm diğer sorunlarında olduğu gibi, bizim davamızda da son sözü halk söyleyecek. Tüm güvenimizle halkın bilincine baş vuruyoruz.
4 Kasım 1906
Ön Tutukevi
Sonuç olarak;Politik suçlardaki yargılamaları ceza hukukunun genel mantığı içerisinde bir yerlere oturtmanın ve onu yerleşmiş kurallarla izaha çalışmanın ne derece güç ve paradoksal bir iş olduğunu hepimiz biliriz. Bu paradoksal durum, günlük yaşamda oldukça sıradan kabul edilebilecek bir eylem “siyasi amaçlarla” işlendiği varsayıldığında, yargı cephesindeki antenlerin hassasiyetini birkaç kat daha artırması olarak ilk kendini gösterir. Bu hassasiyetin arttığı oranda da kanunilik, şahsilik ve suç-ceza dengesi gibi ceza hukukunun sihirli kavramları önce silikleşir daha sonrada kaybolur gider..
Her siyasal dava tarihsel bir hesaplaşmayı yanında getirir. Son Gezi davasında yağan cezaları bu perspektiften bakmak gerekir. Her direniş kendi meşruiyet alanını yaratır. Tarihsel olarak hakettiği ilgiyi görmese de 1906 Sovyet davası da böyleydi. Bugünkü gezi davası da böyledir.
L. Troçki Petersburg Sovyeti davasının 1. no.lu sanığıdır. Dava ile ilgili hafızayı oluşturan bilgilerin çoğu onun tuttuğu notlarla bugüne yansımıştır. Bu savunma aynı zamanda o güne kadar ki yaşanansüreci anlattığı için tarihsel olarak son derece önemli bir belge olduğunu düşünüyorum.
LEON TROÇKİ’NİN SAVUNMASI
Sayın yargıçlar, zümre temsilcileri!
Silâhlı ayaklanma konusu, hazırlık soruşturmasının olduğu kadar ,bu mahkeme soruşturmasının da en temel konusudur. Mahkemeye tuhaf gelebilir ama, bu konu, elli günlük varlığı süresince İşçi Temsilcileri Sovyeti toplantılarının gündeminde hiçbir şekilde yer almamıştır. Aslında silahlı ayaklanma sorunu, hiçbir toplantımızda ortaya atılmadı ya da tartışılmadı. Dahası, Kurucu Meclis, demokratik cumhuriyet ya da hatta genel grev ve bunun bir devrimci mücadele yöntemi olarak temel önemi konusu hiçbir toplantıda tartışılmadı. Yıllardır öncelikle devrimci basında, sonra da çeşitli toplantı ve meclislerde tartışılmış olan bu temel konular, Sovyet tarafından hiç ele alınmadı. Niçin böyle olduğunu daha sonra izah edecek ve Sovyetin silahlı ayaklanma karşısındaki tutumunu açıklayacağım.
Ama mahkeme açısından temel olan bu konuya geçmeden önce, Divan’ın dikkatini bir başka konuya, birincisine kıyasla daha genel ama daha az keskin olan Sovyetin genel olarak zor kullanması sorununa çekeceğim. Sovyet, belli durumlarda, şu ya da bu organı aracılığıyla zor ya da baskı önlemleri kullanma hakkını kendisinde gördü mü? Bu genel ifadelerle sorulan bir soruya benim yanıtım: Evet! İddia makamı temsilcisi kadar ben de biliyorum ki, biçimi ne olursa olsun, “normal olarak” işleyen her devlette, kaba kuvvet ve baskı tekeli devlet iktidarına aittir. Bu onun “dokunulamaz” hakkıdır ve bu hak karşısında en kıskanç özeni gösterir, herhangi bir kişisel oluşum onun şiddet tekeline tecavüz edecek korkusuyla her an tetiktedir. Böylelikle devlet örgütlenmesi hayatta kalmak için mücadele verir. Mevcut toplumsal yapı tüm uzlaşmaz çelişkileriyle göz önüne alınırsa, baskının tümüyle kaçınılmaz olduğu hemen açığa çıkacaktır. Bunun için, modern toplumun somut bir resmine, bu karmaşık ve çelişkili sisteme –örneğin Rusya gibi uçsuz bucaksız bir ülkede– bakmak yeterlidir.
Bizler anarşist değil sosyalistiz. Anarşistler bize “devletçi” derler, çünkü biz devletin tarihsel zorunluluğunu ve bu nedenle de devlet baskısının tarihsel zorunluluğunu kabul ederiz. Ama devlet makinesini felç eden bir politik genel grevin yarattığı koşullar altında, politik grevin hedef aldığı ömrünü tamamlamış yaşlı iktidar, kendisini sonunda hareket edemez, kamu düzenini emrindeki tek araç olan barbarca araçlarla dahi denetim altına alamaz ve koruyamaz halde bulmuştu. Bu arada grev yüz binlerce işçiyi fabrikalardan sokaklara dökmüştü ve bu işçileri toplumsal- politik yaşam açısından özgür kılmıştı. Kim onları yönlendirebilir ve saflarına disiplini sokabilirdi? Eski devlet iktidarının hangi organı? Polis mi? Jandarma mı? Gizli polis mi? Kendime soruyorum: kim? Ve hiçbir yanıt bulamıyorum. İşçi Temsilcileri Sovyeti dışında hiç kimse. Başka hiç kimse!
Bu muazzam temel gücü yönlendiren Sovyet, iç sürtüşmeyi en aza indirmeyi, taşkınlıkları engellemeyi ve kaçınılmaz mücadele kurbanlarının sayısını mümkün olduğunca azaltmayı kendi ivedi görevi olarak görüyordu. Ve durum bu olunca, kendisini yaratan politik grevin bir sonucu olarak Sovyet, devrimci kitlelerin öz-yönetim organından başka hiçbir şey değildi: bir iktidar organı. O bütünün iradesiyle bütünün parçaları üzerinde egemenlik kurdu. O, gönüllü olarak tâbi olunan demokratik bir iktidardı. Ama Sovyet ezici çoğunluğun örgütlü iktidarı olduğu için, kitlelerin birleşik saflarına anarşi sokan unsurlara karşı kaçınılmaz olarak baskıcı önlemler kullanmak zorunda kaldı. Yeni bir tarihsel iktidar olarak, eski aygıtın ahlâki, politik ve teknik olarak tümüyle iflâs ettiği bir dönemde biricik iktidar olarak, kişisel dokunulmazlığın ve terimin iyi anlamında kamu düzeninin biricik garantisi olarak Sovyet, bu unsurların karşısına kendi gücünü koyma hakkını kendisinde buluyordu. Tümüyle kanlı baskılara dayalı eski iktidarın temsilcilerinin, Sovyetin şiddet yöntemlerinden ahlâki bir öfkeye kapılarak söz etme hakları yoktur. Bu mahkemede adına davacı denen tarihsel iktidar, azınlığın çoğunluk üzerindeki örgütlü şiddetidir. Sovyetin müjdecisi olduğu yeni iktidar, azınlığı düzene çağıran çoğunluğun örgütlü iradesidir. Bu ayrım nedeniyle, Sovyetin devrimci varolma hakkı her türlü hukuksal ya da ahlâki spekülâsyonun üzerindedir.
Sovyet, baskı önlemleri kullanmayı kendi hakkı saymaktaydı. Ama hangi durumlarda ve ne ölçüde? Bu konuda yüz tanık dinledik. Baskı önlemlerine geçmeden önce, Sovyet, ikna sözleri kullanmıştı. Onun gerçek yöntemi buydu ve bunu uygularken kolay kolay yorulmazdı. Devrimci ajitasyonla, söz silahıyla, Sovyet, sürekli olarak yeni kitleleri kendine çekiyor ve onları kendi otoritesine tâbi kılıyordu. Eğer proletarya içindeki cahil ya da ahlâken bozuk grupların direnciyle karşılaşırsa, onları fiziksel kuvvet yardımıyla zararsız kılmak için daima yeterli zamanın bulunduğunu söylüyordu. Tanıkların ifadelerinden de gördüğünüz gibi, öncelikle diğer yollara gidiyordu. Onları iş durdurmaya çağırırken fabrika yönetiminin sağduyusuna başvuruyordu; genel greve sempatiyle yaklaşan teknisyenler ve mühendisler aracılığıyla cahil işçiler üzerinde nüfuz kuruyordu. “İşi bırakmaları” için işçilere temsilciler gönderiyor ve yalnızca çok istisnai durumlarda grev kırıcıları kuvvet kullanmakla tehdit ediyordu. Peki gerçekten hiç kuvvet kullanmış mıydı? Sayın yargıçlar, ön soruşturma materyalleri arasında bunun hiçbir örneğine rastlamadınız ve tüm çabalara rağmen, mahkeme soruşturması sırasında bu türden örnekler tesis etmenin olanaksız olduğu kanıtlandı. Eğer mahkemeye sunulan trajik olmaktan öte komik “şiddet” örneklerini (falanca kişi filancanın dairesine kasketini çıkarmadan girmiş, falanca kişi filancayı onun da rızasıyla tutuklamış …) ciddiye alacak olsak dahi, Sovyetin şiddet eylemlerinin gerçek boyutlarını gözümüzde canlandırmak için, ancak filancanın çıkarmayı unuttuğu bu kasketi eski iktidarın her gün yanlışlıkla “uçurduğu” yüzlerce kelle ile karşılaştırmamız gerekir. Ve bütün istediğimiz budur. Zamanın olaylarını doğru biçimde yeniden kurmak bizim görevimizdir ve bunun uğruna biz sanıklar bu duruşmada aktif bir rol aldık.
Bu mahkeme için önemli olan ve bana yöneltilen bir başka soruya geçelim. İşçi Temsilcileri Sovyetinin eylemleri ve beyanatlarının 17 (30) Ekim bildirgesinde yasal bir temeli var mıydı? Sovyetin Kurucu Meclis ve demokratik bir cumhuriyetin yaratılmasına ilişkin kararları ile Ekim bildirgesi arasında ne gibi bir ilişki vardı? Açıkça ifade edeyim ki, bu sorun o zaman hiç aklımıza gelmemişti, ama bugün bu mahkeme için kuşkusuz büyük bir önem taşıyor. Mahkemenin sayın üyeleri, burada tanık Luçinin’in ifadesini dinledik. Ben kişisel olarak bu ifadeyi son derece ilginç buldum ve bazı sonuçlarının da hem yerinde hem de derin olduğunu düşünüyorum. Başka birtakım şeylerin yanı sıra Luçinin, sloganları, ilkeleri ve politik fikirleri açısından cumhuriyetçi bir oluşum olan İşçi Temsilcileri Sovyetinin, esas itibarıyla Çarın 17 Ekim bildirgesiyle ilân edilen ve bildirgenin yazarlarının olanca güçleriyle mücadele ettikleri özgürlükleri, gerçekten, doğrudan ve somut olarak hayata geçirdiğini söylüyordu. Evet, sayın yargıçlar ve zümre temsilcileri! Devrimci proleter Sovyetle biz, ifade özgürlüğünü, toplantı ve kişisel dokunulmazlık özgürlüğünü, Ekim grevinin basıncı altında Rus halkına vadedilmiş olan tüm bu şeyleri gerçekten de hayata geçirmeyi başardık. Oysa eski iktidar aygıtının yapabildiği tek şey, insanların bu yasal kazanımlarını paramparça etmekti. Sayın yargıçlar, bu, halihazırda tarihin bir parçası olan, inkâr edilemez, nesnel bir olgudur. Bunu reddetmek olanaksızdır.
Bununla birlikte bana –ya da yoldaşlarıma–, eylemlerimizi ve beyanatlarımızı öznel olarak 17 Ekim bildirgesine dayandırıp dayandırmadığımız sorulacak olsaydı, kesinlikle hayır yanıtını verirdik. Neden? Çünkü bizler, 17 Ekim bildirgesinin yeni bir yasal temel yaratmadığına, manifestolar aracılığıyla değil tüm devlet aygıtının gerçekten yeniden örgütlenmesiyle yeni bir yasal sistem yaratılmadığı için –bizim kanımıza göre– yeni bir yasallık temeli kurmadığına derinden inanıyorduk ve bunda yanılmadık. Çünkü biz, tek doğru görüş olan bu materyalist görüşü benimsiyorduk, 17 Ekim bildirgesinin mevcut gücüne hiç güvenimiz yoktu. Ve bunu açıkça ilân ediyorduk. Ama partililer, devrimciler olarak, manifestoya göre devletin özgür yurttaşları olarak bizim öznel tutumumuzun, mahkeme için tayin edici olduğuna inanmıyorum: Zira mahkeme, bir mahkeme olduğu için, ya bildirgeye yeni bir yasal temel gözüyle bakmalıdır ya da kendi varlığına son vermelidir. İtalya’da, ülkenin monarşik anayasası temelinde çalışan burjuva parlamenter cumhuriyetçi bir parti olduğunu biliyoruz. Devrimci olan sosyalist partiler, bütün uygar ülkelerde kendi doğal yasallıklarıyla mevcutlar ve mücadele ediyorlar.
Sorun şudur: 17 Ekim bildirgesi, biz Rus cumhuriyetçi sosyalistlerine yer tanıyor mu? Mahkemenin yanıtlaması gereken soru budur. Mahkeme, biz sosyal demokratların, anayasal bildirgenin sadece asla gönüllü olarak yerine getirilmeyecek bir vaatler listesi olduğunu ileri sürerken; kağıt üzerindeki bu garantilerin devrimci eleştirisini yaparken; halkı gerçek ve tam bir özgürlük için açık mücadeleye çağırırken haklı olup olmadığımızı söylemelidir. Haklı mıydık, değil miydik? 17 Ekim bildirgesinin, görüşlerimize ve niyetlerimize rağmen, yasalar dahilinde hareket eden insanlar olarak biz cumhuriyetçilerin üzerine dayandığı gerçek bir yasal temel olduğunu söylesin bize mahkeme. 17 Ekim bildirgesi bu mahkemenin kararı aracılığıyla bize şunu söylesin burada: “Siz benim gerçekliğimi reddettiniz, ama ben ülkenin geri kalanı kadar sizin için de varım.”
İşçi Temsilcileri Sovyetinin, toplantılarında hiçbir zaman Kurucu Meclis ve demokratik cumhuriyet sorununu ileri sürmediğini söyledim. Bununla birlikte, işçi tanıkların ifadelerinden de gördüğünüz gibi, onun bu sloganlara yönelik tutumu açıkça belirtilmişti. Nasıl başka türlü olabilirdi? Herşeyden önce, Sovyet bir boşluğa doğmadı. O ortaya çıktığında, Rus proletaryası 9 (22) Ocak olaylarını, Senatör Şidlovski komisyonunu yaşamış, uzun, çok uzun Rus mutlakıyet okulundan geçmişti. Sovyet varolmadan uzun süre önce, anayasal Meclis, genel oy hakkı, demokratik cumhuriyet, sekiz saatlik işgünü talepleri, devrimci proletaryanın temel sloganları olmuştu. Sovyetin bu konuları hiçbir zaman ilkesel sorunlar olarak ortaya atmaya gerek duymamasının nedeni budur: o bunları karara bağlanmış sorunlar olarak yalnızca kararlarına sokmuştu. Aynı şey, özde, bir ayaklanma fikrine ilişkin olarak da doğruydu.
Bu temel konuya –silahlı ayaklanma– geçmeden önce, bizi suçlayan iktidarın ve kısmen de mahkeme yetkililerinin tutumunu anlayabildiğim kadarıyla uyarmalıyım ki, bu tutum bizim tutumumuzdan faklıdır –bununla mücadele etmek boşuna olurdu–; yalnızca politik ya da parti anlamında değil, yalnızca onu değerlendirme anlamında da değil, hayır biz tam da silahlı ayaklanma anlayışı konusunda farklıyız. İddia makamının anlayışı, Sovyetin anlayışından ve inanıyorum ki Sovyetle birlikte tüm Rus proletaryası tarafından da paylaşılan anlayıştan, esaslı, çok derin ve uzlaşmaz farklılıklar taşımaktadır.
Sayın mahkeme üyeleri, ayaklanma nedir? Bir saray darbesi değil, bir askeri komplo değil, bir işçi sınıfı ayaklanması! Mahkeme başkanı tanıklardan birine, politik greve ayaklanma gözüyle bakıp bakmadığı sorusunu yöneltti. Tanığın verdiği yanıtı unuttum, ama inanıyorum ve iddia ediyorum ki, politik grev, başkanın şüphelerine rağmen, gerçekte, özünde, bir ayaklanmadır. İddianamenin bakış açısından öyle görünse de, bu bir paradoks değildir. Tekrarlıyorum: benim ayaklanma kavramım –bunu birazdan sergileyeceğim– polisin ve iddia makamının terime yüklediği anlamla, isim benzerliği dışında hiçbir benzerlik taşımamaktadır. Politik grev, bir ayaklanmadır demiştim. İşin doğrusu, politik genel grev nedir? Onun ekonomik grevle bir tek benzerliği vardır; her iki durumda da işçiler işi durdururlar. Bu ikisi başka hiçbir bakımdan birbirine benzemez. Ekonomik grev, belli, dar bir hedefe sahiptir; işverene baskı uygulamak ve bu amaçla onu geçici olarak rekabet alanının dışına çıkarmak. Bir fabrikanın sınırları içinde belli değişiklikleri başarmak için bu fabrikada üretim durdurulur.
Politik grevin doğası ise derinden farklıdır. O, tek tek işverenlere hiçbir baskı uygulamaz; bir kural olarak özgül ekonomik talepler ileri sürmez; onun talepleri, çok sert vurduğu işverenlerin başlarından çok, bizzat devlet iktidarına yönelir. O halde politik grev devlet iktidarını nasıl etkilemektedir? Onun yaşamsal faaliyetlerini felç ederek. Modern bir devlet, Rusya gibi geri bir ülkede bile, iskeleti demiryolları ve sinir sistemi telgraf olan tek bir bütüne dönüşen merkezileşmiş ekonomik organizmaya dayanır. Ve eğer, telgraf, demiryolu ve modern teknolojinin diğer tüm kazanımları, kültürel ve ekonomik amaçlar için Rus mutlakıyetinin hizmetinde olmasa da, bunlar baskı amacıyla onun için haydi haydi vazgeçilmezdir. Demiryolu ve telgraf, askeri birlikleri ülkenin bir ucundan diğer ucuna nakletmek ve karışıklıkları önleme doğrultusunda idari etkinlikleri birleştirmek ve yönlendirmek için yeri doldurulamaz silahlardır. Politik grev ne yapar? O devletin ekonomik aygıtını felç eder, idari mekanizmanın çeşitli dalları arasındaki iletişimi bozar, hükümeti yalıtır ve güçsüz kılar. Öte yandan, fabrika ve tesislerdeki işçi kitlelerini politik olarak birleştirir ve bu işçi ordusuyla devlet iktidarını karşı karşıya getirir.
Sayın mahkeme üyeleri, bir ayaklanmanın özü burada yatmaktadır. Proleter kitleleri tek bir devrimci protesto eylemi içinde birleştirmek, bu kitlelerle örgütlü devlet gücünü, birbirlerine düşman güçler olarak karşı karşıya getirmektir; sayın mahkeme üyeleri, Sovyetin de benim de ayaklanmadan anladığımız budur. Sovyet henüz ortada yokken eşzamanlı olarak patlak veren ve gerçekte Sovyeti bizzat yaratan Ekim grevi sırasında, iki düşman taraf arasında böyle bir devrimci çatışmaya tanık olduk. Ekim grevi “anarşi”yi doğurdu ve bu anarşinin bir sonucu olarak 17 Ekim bildirgesi ortaya çıktı. Umarım, en tutucu politikacıların ve yarı-resmi Novoye Vremya’nınkiler de dahil –bu gazetenin editörleri, benzer ya da karşıt yapıdaki diğer bildirgelerle birlikte devrimden doğan 17 Ekim bildirgesini de hafızalardan silmeyi çok isterlerdi– gazetecilerin inkâr etmemeleri gibi, iddia makamı da bunu inkâr etmez. Daha birkaç gün önce, Novoye Vremya, 17 Ekim bildirgesinin, politik grevin yarattığı hükümet paniğinin sonucu olduğunu yazıyordu. Ama eğer bu bildirge yürürlükteki yeni sistemin temeliyse, itiraf etmeliyiz ki, sayın mahkeme üyeleri, mevcut devlet sistemimiz paniğe, bu panik de proletaryanın politik grevine dayanıyor. Öyleyse görüyorsunuz ki, bir genel grev iş durmasından öte bir şeydir.
Politik grevin, bir gösteri olmaktan çıktığı ölçüde, öz olarak bir ayaklanma olduğunu söylemiştim. Onun proleter ayaklanmanın temel ve en genel yöntemi olduğunu söylemek daha doğru olurdu: temel ama tek yöntem değil. Politik grev yönteminin kendi doğal sınırları vardır. İşçilerin 21 Ekim (3 Kasım) öğle saatlerinde Sovyetin çağrısına uyarak işe başlamaları bunu apaçık göstermektedir.
17 Ekim bildirgesi güven oyuyla karşılanmadı; kitleler haklı olarak hükümetin vadedilen özgürlükleri hayata geçirmeyeceğinden korkuyorlardı. Proletarya tayin edici bir mücadelenin kaçınılmazlığını görüyordu ve içgüdüsel olarak, kendi devrimci güç odakları olan Sovyete yöneliyordu. Öte yandan mutlakıyet, panikten kurtularak, yarısı yıkılan aygıtını yeniden inşa etmeye başlıyor ve alaylarını düzene koyuyordu. Sonuç olarak, Ekim çatışmasının ardından ortada iki iktidar vardı: kitlelere dayanan yeni bir halk iktidarı, ki İşçi Temsilcileri Sovyeti böyle bir iktidardı, ve orduya dayanan eski, resmi iktidar. Bu iki güç yan yana varolamazdı: birinin güçlenmesi diğerinin yok olması demekti.
Otokrasi, süngülere dayanarak, doğal olarak, halk güçlerinin Sovyet etrafında muazzam birleşme sürecine, karışıklık, kaos ve bölünme sokmayı denedi. Öte yandan, Sovyet, güven, disiplin, aktif çaba ve işçi kitlelerinin oybirliğine dayanarak, iktidarın tüm maddi silahlarının ve ordunun 17 Ekim öncesindeki aynı kanlı ellerde kaldığı gerçeğinin bir göstergesi olan, genel özgürlüğe, sivil haklara ve kişi dokunulmazlığına yönelik korkunç tehdidi görebildi. Ve bu iki iktidar organı arasında, ordu üzerinde nüfuz kurmak için devasa bir mücadele başladı; bu, büyüyen halk ayaklanmasının ikinci aşamasıdır.
Proletaryayı otokrasiyle karşı karşıya getiren kitle grevi temelinde, orduyu işçilerin yanına çekme, askerlerle dost olma, onların kalplerini fethetme doğrultusunda güçlü bir hareket ortaya çıktı. Bundan dolayı, hareket, doğal olarak mutlakıyetin dayandığı askerlere devrimci bir çağrı yaptı. İkinci Kasım grevi, fabrikayla kışla arasındaki güçlü ve görkemli bir dayanışma gösterisiydi. Kuşkusuz ordu halkın yanına geçseydi, ayaklanma gereksiz olurdu. Ama ordunun devrim saflarına böyle bir barışçıl geçişi düşünülebilir mi? Hayır, düşünülemez. Mutlakıyet, ordunun onun bozucu etkisinden kurtulup halkın dostu olmasını kollarını kavuşturup beklemeyecektir. Herşey kaybedilmeden önce, mutlakıyet, inisiyatifi alacak ve saldırıya geçecektir. Petersburg işçileri bunun farkına varmış mıydı? Evet. Proletarya iki taraf arasında çatışmanın kaçınılmaz olduğuna inanıyor muydu, Sovyet inanıyor muydu? Evet, bu konuda hiç şüphesi yoktu, ölümcül saatin er ya da geç çalacağını kesinlikle biliyordu.
Kuşkusuz halk güçlerinin örgütü, silahlı karşı-devrimin saldırıları tarafından duraklatılmaksızın, İşçi Temsilcileri Sovyetinin önderliği altında girilen yolda ilerlemeye devam etseydi, eski sistem herhangi bir güç kullanılmaksızın yıkılırdı. Zira neye tanık olduk? İşçilerin Sovyet etrafında nasıl toplandıklarını, köylü birliğinin sürekli daha büyük köylü kitlelerini kucaklayarak nasıl Sovyete delegeler gönderdiğini; demiryolu sendikasının ve posta ve telgraf sendikasının nasıl Sovyetle birleştiğini; serbest mesleklerin, Birlikler Konfederasyonunun nasıl Sovyete doğru çekildiğini; fabrika yönetiminin Sovyete yönelik tutumunun bile ne kadar hoşgörülü ve dostça olduğunu gördük. Sanki tüm ulus kahramanca bir çaba içindeymiş, rahminden, bir Kurucu Meclis toplanana kadar yeni bir toplumsal sistemin temellerini gerçekten ve tartışmasız döşeyecek olan bir iktidar organı çıkarmaya çalışıyormuş gibiydi. Eğer eski devlet iktidarı bu organik çabaya girmeseydi, ulusun hayatına gerçek anarşiyi sokmasaydı, güçlerin örgütlenme süreci tam bir özgürlük içinde gelişebilseydi, o zaman sonuç, kuvvet kullanılmaksızın ve kan dökülmeksizin yeniden doğmuş, yeni bir Rusya olurdu.
Ama şurası kesindir ki, özgürleşme sürecinin yumuşak bir rota izleyeceğine bir an olsun inanmadık. Eski iktidarın gerçek doğasını çok iyi biliyorduk. Biz sosyal demokratlar, geçmişten kesin bir kopuş gibi görünen manifestoya rağmen, eski devlet aygıtının kendi özgür iradesiyle geri çekilmeyeceğine, iktidarı halka teslim etmeyeceğine ya da asıl mevzilerinin bir tekinden bile vazgeçmeyeceğine inanıyorduk. Mutlakıyetin, iktidarı elinden kaçırmamak ve hatta vakarla bahşettiklerini tekrar geri almak için daha çok çırpınma girişimlerinde bulunacağını önceden görüyor ve halkı uyarıyorduk. Ayaklanmanın, silahlı bir ayaklanmanın beyler, bizim açımızdan kaçınılmaz oluşunun nedeni budur. Bu, halkın asker-polis devletine karşı mücadele sürecindeki bir tarihsel zorunluluktu ve öyle olmaya da devam ediyor. Ekim ve Kasım boyunca, bu düşünce tüm miting ve toplantılara hakimdi; tüm devrimci basına egemendi; bütün politik atmosferi o dolduruyordu; ve şu ya da bu şekilde, Sovyetin her üyesinin bilincinde billurlaşmıştı. Bu nedenle o, çok doğal olarak, Sovyetin kararlarına girdi ve onu tartışma ihtiyacı asla duymadık.
Ekim grevinden miras aldığımız şey, gergin bir politik durumdu: bir yanda, varolma mücadelesi veren ve yasallık olmadığı için yasalara değil, varolan güce dayanan kitlelerin devrimci örgütü; diğer yanda, intikam anını bekleyen silahlı karşı-devrim. Bu durum, deyim yerindeyse, ayaklanmanın cebirsel formülüydü. Yeni olaylar formüle sadece yeni sayısal değerler sokuyordu. İddia makamının yüzeysel sonuçlarına rağmen, silahlı ayaklanma fikrine yalnızca Sovyetin 27 Kasım tarihli, yani tutuklanmamızdan bir hafta önce gayet açık ve anlaşılır şekilde ifade ettiği kararında rastlanmaz. Hayır, silahlı ayaklanma fikri, farklı ama özünde aynı biçimlerde, Sovyetin varlığının ta başlangıcından itibaren, tüm Sovyet kararlarında kızıl bir şerit gibi akmaktadır; cenaze törenini iptal eden kararında, Kasım grevine son verildiğini ilân eden kararında ve hükümetle silahlı bir çatışmadan ve mücadelede kaçınılmaz bir aşama olarak nihai saldırı ya da çarpışmadan söz eden daha pek çok kararda.
Peki bu kararlara ilişkin Sovyetin kendi yorumu nasıldı? O silahlı ayaklanmanın, yeraltında hazırlanan ve ardından hazır bir şekilde sokağa taşınan bir girişim olduğuna mı inanıyordu? Ayaklanmanın belli bir plan gereğince yerine getirilebileceğini mi düşünüyordu? Yürütme Komitesi, sokak mücadelesinin tekniğini özenle hazırlamış mıydı?
Kuşkusuz hayır. Ve bu, onun gözünde bir silahlı ayaklanmanın yalnızca sahne dekorları olan birkaç düzine revolveri gördüğü zaman ağzı bir karış açık kalan iddianamenin yazarını şaşırtabilir. Ama onun görüşü sadece, komplocu teşekküller hakkında herşeyi bilen ama kitle örgütlerinden bihaber olan, suikast ve isyanlardan haberi olan ama devrimden anlamayan ve anlayamayan ceza yasasının görüşüdür.
Bu davanın dayandırıldığı hukuki anlayış, devrimci hareketin gelişiminin onlarca yıl gerisindedir. Rusya’da modern işçi sınıfı hareketi, Carbonari[1] döneminde yaşamış olan Speranski’den[2] beri esas itibarıyla değişmemiş olan ceza yasamızın tanımladığı komplo kavramıyla hiçbir benzerlik taşımaz. Sovyetin faaliyetlerini 101 ve 102. maddelerin dar çerçevesine sıkıştırma girişiminin hukuksal mantık açısından tümüyle ümitsiz oluşunun nedeni budur.
Yine de bizim faaliyetlerimiz devrimci idi. Yine de gerçekten biz silahlı ayaklanma için hazırlanıyor idik.
Kitlelerin ayaklanması, sayın yargıçlar, insan-yapımı bir şey değildir, tarihsel bir olaydır. Toplumsal ilişkilerin bir sonucudur, bir planın ürünü değil. O yaratılamaz; öngörülebilir. Çarlığa olduğu kadar bize de pek az bağlı olan nedenlerle, açık bir çatışma kaçınılmaz oldu. Her geçen gün onu bize biraz daha yaklaştırdı. Bizim için, ona hazırlanmak, bu kaçınılmaz çatışmanın zayiatını en aza indirmek için herşeyi yapmak anlamına geliyordu. Bu amaçla, herşeyden önce, silah stokları oluşturmamız, askeri operasyonlar için bir plan hazırlamamız, özel yerler için ayaklanmaya katılacak kişiler saptamamız, şehri özel bölgelere ayırmamız, diğer bir deyişle “kargaşa” bekleyişi içindeki askeri yetkililerin, Petersburg’u bölgelere ayırdıkları, her bölgenin başına bir albay atadıkları ve bunları makineli tüfeklerle ve gerekli teçhizatla donattıkları zaman yaptıkları herşeyi yapmamız gerektirdiğini düşündük mü? Hayır, bizim rolümüzden anladığımız bu değildir. Kaçınılmaz bir ayaklanmaya hazırlanmak –ve iddia makamının düşündüğü ve söylediğinin aksine, biz asla bir ayaklanma hazırlamadık; ayaklanmaya hazırlandık– bizim için herşeyden önce, halkı aydınlatmak, ona bu açık çatışmanın kaçınılmaz olduğunu, ona verilenlerin geri alınacağını, haklarını ancak güç kullanarak savunabileceğini, işçi kitlelerin güçlü bir örgütünün zorunlu olduğunu, düşmanın cepheden karşılanması gerektiğini, mücadelenin sonuna kadar devam ettirilmesi gerektiğini, başka bir yolun bulunmadığını açıklamak anlamına geliyordu. Silâhlı ayaklanmaya hazırlanmanın bizim için anlamı budur.
Hangi koşullar altında silahlı ayaklanın bize zaferin yolunu açabileceğini düşünüyorduk? Ordunun sempatisi koşulu. Zorunlu olan ilk şey, ordunun bizim tarafımıza geçmesiydi. Askerleri oynadıkları utanç verici rolün farkına varmaları için zorlamak, onları halkla birlikte ve halk için çalışmaya ikna etmek; önümüze koyduğumuz ilk görev buydu. Ölüm cezası tehdidi altındaki denizcilerle doğrudan kardeşçe dayanışma hareketi olarak patlak veren Kasım grevinin de muazzam bir politik öneme sahip olduğunu söylemiştim. Bu, ordunun devrimci proletaryaya karşı ilgisini ve sempatisini getirmişti beraberinde. İddia makamının, silahlı ayaklanmanın hazırlıkları için bakması gereken yer burasıdır. Ama kuşkusuz bir tek sempati ve protesto gösterisi sorunu çözemezdi. O halde hangi koşullar altında, ordunun devrimin yanına geçmesinin beklenebileceğini düşünüyorduk ve şimdi düşünüyoruz? Bunun için gereken şey nedir? Makineli ve diğer tüfekler? Kuşkusuz, eğer işçi kitleler makineli tüfekler ve tüfeklere sahip olsalardı, ellerinde muazzam bir güç bulundurmuş olurlardı. Bu güç bile bir ayaklanmanın kaçınılmazlığını büyük ölçüde ortadan kaldırırdı. Kararsız ordu, silahlarını silahlı halka teslim ederdi. Ancak kitleler büyük sayılarda silahlara sahip değillerdi, değillerdir ve olamazlar. Bu, kitlelerin yenilmeye yazgılı oldukları anlamına mı gelir? Hayır. Silâhlar önemli olsa da, temel güç silahlarda yatmaz. Hayır silahlarda değil. Kitlelerin öldürme yetenekleri değil, ölmeye hazır oluşları; bize göre halk ayaklanmasının zaferini garantileyen şey, son tahlilde budur sayın mahkeme üyeleri.
Kitleleri bastırmak için sokaklara gönderilen askerler, kendilerini kitlelerle yüz yüze buldukları ve bu kalabalığın, bu halkın, istediği şeyleri elde edene kadar sokaklardan ayrılmayacağını, cesetleri üst üste yığmaya hazır olduğunu anladıkları zaman; halkın cidden, sonuna kadar mücadele etmek için geldiğini gördükleri ve inandıkları zaman; işte o zaman, askerlerin yüreği her devrimde olduğu gibi duraksar, çünkü askerler hizmet ettikleri rejimin istikrarından şüphelenmeye, halkın zaferine inanmaya başlarlar.
Ayaklanma fikrini barikatlarla birleştirmek adettendir. Barikatların bizim halk ayaklanması anlayışımızda çok önemli olabileceği gerçeğini bir kenara bıraksak bile, unutmamalıyız ki, ayaklanmada açıkça mekanik bir unsur olan barikat, herşeyden önce ahlâki bir rol oynar. Barikatların devrimlerdeki önemi, hiçbir zaman istihkâmların savaştaki önemiyle aynı olmamıştır. Barikat yalnızca fiziksel bir engel değildir. Barikat ayaklanma davasına hizmet eder, çünkü askerlerin hareketine geçici bir engel oluşturarak, onları halkla yakın temasa geçirir. Burada, barikatlarda, asker, belki de yaşamında ilk kez, sıradan dürüst halkın konuşmalarını, kardeşçe çağrısını, halkın vicdanının sesini işitir; ve yurttaşlarla askerler arasındaki bu temasın sonucu olarak, askeri disiplin parçalanır ve yok olur. Bu, sadece bu, bir halk ayaklanmasının zaferini temin eder. Ve bize göre, bir halk ayaklanmasının, halk toplarla tüfeklerle silahlandığı zaman –bu durumda hiçbir zaman hazır olmazdı– değil de, açık bir sokak çarpışmasında ölmeye hazır olmakla silahlandığı zaman “hazır olması”nın nedeni budur.
Ama kuşkusuz, ülkenin çıkarları uğruna ölmeye, gelecek kuşakların mutluluğu için yaşamını vermeye hazır olma duygusunun büyüklüğünü gören, kendisine çok yabancı, tuhaf ve düşmanca gelen böyle bir coşkunun kitlelere bulaştığını gören eski iktidar, gözlerinin önünde gerçekleşen halkın ahlâken yeniden doğuşunu sessizlikle izleyemezdi. Edilgen bir şekilde izlemek, Çarlık hükümeti için, kendi parçalanışına izin vermek anlamına gelirdi. Bu çok açıktı. O halde ne yapabilirdi? Halkın kendi kaderini politik olarak belirlemesi karşısında, son güçleriyle ve emrindeki her araçla mücadele etmek zorundaydı. Cahil ordu, Kara Yüzler, gizli polis, yiyici basın, hepsi harekete geçirilmeliydi. Halkı birbirine karşı kışkırtmak, sokakları kana bulamak, yağmalamak, ırza geçmek, yakmak, panik yaratmak, yalanlar yaymak, aldatmak, iftira etmek; eski suçlu iktidarın yapmak zorunda olduğu şey buydu. O bunların hepsini yaptı ve bugün de hâlâ yapmakta. Açık bir çatışma kaçınılmaz idiyse, belliydi ki, onu daha da yaklaştırmaya çalışanlar biz değil can düşmanlarımızdı.
İşçilerin Ekim ve Kasımda Kara Yüzlere kaşı silahlandıklarını burada pek çok kez duydunuz. Eğer bu mahkeme salonu dışında nelerin olduğu bilinmeseydi, halkın büyük çoğunluğunun özgürlükçü fikirleri desteklediği, halk kitlelerinin açıkça sonuna kadar mücadele etme kararlılığını gösterdiği devrimci bir ülkede, nüfusun çok küçük ve önemsiz bir kısmını temsil eden Kara Yüzlerle mücadele etmek için yüz binlerce işçinin nasıl silahlanabildiği tamamen akılalmaz bir şey olarak görülürdü. O halde, toplumun her tabakasından dışlanmış bu ayaktakımı gerçekten bu kadar tehlikeli midir? Kuşkusuz hayır. Eğer sorun yalnızca halkın yolunda duran acınacak haldeki Kara Yüzler çeteleri olsaydı, ne kadar kolay olurdu. Ancak biz yalnızca tanık olarak yargıç karşısına çıkan avukat Bramson’dan değil, burada tanıklık eden yüzlerce işçiden de duyduk ki, Kara Yüzlere, çok sayıda (eğer hepsi değilse) hükümet yetkilisi tarafından arka çıkılmaktadır; kaybedecek hiçbir şeyleri olmayan ve hiçbir şeyin durduramadığı –ne yaşlı bir insanın aklaşan saçları, ne kimsesiz bir kadın, ne de bir çocuk– bu katil çetelerinin arkasında, hiçbir kuşku olmaksızın Kara Yüzleri devlet bütçesinden örgütleyen ve silahlandıran hükümet ajanları bulunmaktadır.
Ve son olarak, bu duruşmadan önce bunu bilmiyor muyduk? Gazeteleri okumadık mı? Görgü tanıklarının raporlarını duymadık mı, mektuplar almadık mı, kendi gözlerimizle hiçbir şey görmedik mi? Kont Urusov’un[3] korkunç ifşaatlarından bihaber miydik? Ama iddia makamı bunların hiçbirine inanmıyor. İnanamaz. Çünkü bunu yapsaydı, suçlamalarını bugün savunduğu kişilere yöneltmek zorunda kalacaktı; polise karşı bir revolverle silahlanan Rus yurttaşının kendini savunmak için gerekli önlemleri almasını kabul etmesi gerekecekti. Ama iddia makamının yetkililerinin pogrom faaliyetlerine inanıp inanmamasının sonuçta hiçbir önemi yoktur. Bu mahkeme için, bizim buna inanmamız, bizim çağrımızla silahlanan yüz binlerce işçinin bunlara inanması yeterlidir. Bütün şüphelerden uzak olarak inanıyoruz ki, Kara Yüzlerin faaliyetlerine yol gösteren, egemen kliğin güçlü eliydi. Sayın mahkeme üyeleri, bu uğursuz eli şimdi bile görebiliyoruz.
İddia makamı bizden, Sovyetin varolan hükümet biçimine karşı mücadele etmek için işçileri silahlandırdığını kabul etmemizi istiyor. Eğer bunun doğru olup olmadığı açıkça sorulsaydı, evet diye yanıtlardım. Evet, bu suçlamayı kabul etmek istiyorum, ancak bir koşulla. İddia makamının ve mahkemenin koşulumu kabul edip etmeyeceğini bilmiyorum.
Soruyorum: iddia makamı “hükümet biçimi” ile ne kastediyor? Gerçekten bir hükümet biçimimiz var mı? Uzun süredir hükümet ulus tarafından değil, yalnızca kendi asker-polis-Kara Yüzler aygıtınca desteklenmekte. Sahip olduğumuz şey ulusal bir hükümet değil, kitleleri katleden otomatik bir makinedir. Ülkemizin canlı bedenini paramparça eden bu hükümet makinesi için başka bir isim bulamıyorum. Eğer bana pogromları, cinayetleri, yangınları, ırza geçmeleri söylerseniz … eğer bana Tver’de, Rostov’da, Kursk’ta, Siedlce’de olanları söylerseniz … eğer bana Kişinev’in, Odesa’nın, Bialistok’un Rus İmparatorluğu’nun hükümet biçimi olduğunu söylerseniz; o zaman iddia makamıyla birlikte ben de, Ekim ve Kasımda doğrudan ve ivedilikle Rus İmparatorluğu’nun hükümet biçimine karşı silahlandığımızı kabul edeceğim.
1) Carbonari: İtalya’da Carbonaralar tarafından kurulan gizli bir dernek. 1807-1812 arasında kurulduğu sanılan ve kökü masonluğa dayanan bu dernek, Napoli Krallığı’nda Napoléon egemenliğine karşı örgütlendi. Cumhuriyetçi bir tavır takındı ve 1830’larda kurulan cumhuriyetçi dernekler içinde eridi.
2)1772-1839 yılları arasında yaşamış Rus devlet adamı. 1809’da yeni yasama, hukuk ve yönetim kurumları oluşturulmasına ilişkin bir tasarı hazırladı ve bu tasarı kısmen uygulamaya kondu.
3) Kont Urusov, polisin pogromların örgütlenmesindeki rolünü açığa çıkaran eski İçişleri Bakan Yardımcısı.
1319 Kasım 1825’te Alexander, Güney Rusya’daki Taganrog’da öldü. İmparator’un hiç çocuğu yoktu. Büyük ağabeyi Konstantin Varşova Genel Valisi’dir. 16 Ağustos 1823’de I. Alexander özel bir manifesto ile Katolik eşi nedeniyle Konstantin’i tahttan yoksun bırakmak için gizli bir belge imzalamıştır. Bu belgede halef olarak I. Nikola gösterilmektedir. 27 Kasım 1825’te, Alexander’ın ölüm haberlerinin St. Petersburg’a ulaşmasının ardından, Konstantin önce manifestoyu reddeder. Fakat sonra vazgeçer. Daha sonra küçük kardeş Nikola tahta geçer. Nikola’nın despotik bir karakter sergilemesi; diplomatik ve siyasi eğitimden yoksun olması Dekabristlerin karşı çıkmasına neden olur.
241905 Devrimi Üzerine Yazılar, V. İ. Lenin, Yöntem yayınları.
35Anayasa Demokratik Partisi, Moskova’da, 12-18 Ekim 1905’te kuruldu. Kadetler, Octobristlerin hemen solundaydı. Başlangıçtan beri anayasal monarşiye adanmış olan Octobristlerin aksine Kadetlerin %60’ı soylu olmasına rağmen monarşi konusundaki görüşleri net değildi. Kadetler, reforma ilgi duyan Başbakan Sergei Witte tarafından Ekim-Kasım 1905’te kabineye davet edilen partilerden biriydi. Ancak müzakereler sırasında radikal taleplerinde direttikleri için Kadetlerin kabineye girmeleri mümkün olmadı. Bazı sosyalist ve devrimci partiler 1906 Şubat’ında Birinci Devlet Duması seçimlerini boykot ettikleri için, Kadetler, kentteki oyların%37’sini aldı ve Duma’daki koltukların %30’unu kazandılar. Seçim kazanmalarını bir görev olarak yorumladılar ve Duma’da çoğunluk oluşturan sol eğilimli köylüler Trudovik hizipleriyle ittifak yaptılar. 9 Temmuz’da hükümet Duma’nın işlevsiz olduğunu ve bunu çözdüğünü açıkladı. Buna karşılık, 120 Kadet ve 80 Trudovik ve Sosyal Demokrat vekil, Vyborg’a gitti ve Vyborg Manifestosu ile yanıt verdi. Bildiri Milyukov tarafından kaleme alınmıştı. Bildiride, pasif direniş, vergi ödememe çağrısı yapıldı.
Yorumlar
Yorum Gönder