BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE YENİ TMK
Yazı:
Münip ERMİŞ*
Bilindiği gibi, AB sürecinde çıkartılan uyum yasaları basın
suçlarındaki hapis cezalarını para
cezasına dönüştürmüş ve Avrupa Birliğine karşı “demokratikleştik,
özgürleştik” mesajı verilmeye çalışılmıştı.
Ancak 29.6.2006 tarihinde yenilenen Terörle Mücadele Kanunu 6. maddedeki tüm para cezalarını yeniden hapis
cezasına (3 yıla kadar hapis) çevirdi ve “ basına
fazla yüz vermeye gelmez” diyerek bizi “ yeniden
eski halimize döndürmüş” oldu.
Bundan
sonra;
1-
Her hangi bir örgütle ilgili ya da örgütün açıklamalarından haber
yapılması veya bir muhbirin kimliğinin basında yer alması
halinde haberi yapan muhabir 1 yıldan 3 yılda kadar hapis cezasına
çarptırılabilecektir.
2-
Yayın sorumluları ve gazete sahipleri açısından ise “objektif sorumluluk” kuralı yeniden getirilerek, bu suça
katılmamış olsalar dahi gazete sahiplerine ve yayın sorumlularına bin
günden 10 bin güne kadar adli para cezası verilebilecektir. Tabi ki gün para
cezası süresinde ödenmediği takdirde, hapse dönüşecektir. Hatta birden
fazla hüküm varsa, bir yayıncı veya yayın sorumlusunun 5 yıla kadar hapis
yatması olası olacaktır.
Tek bir suçtan dolayı mahkumiyet halinde ise
para ödenmediğinde, mahkumiyet en az üç yıl hapis cezasına dönüşecek, para
cezasının bakiyesi ise 6183 sayılı yasa hükümleri uygulanarak, hükümlüden
tahsil edilecektir.
3-
Ceza Hukukunun temel ilkesi olan “
kusurluluktan” vazgeçilmiştir.Yeni TMK ile bir yazı
işleri müdürüne “taksir” yani,
yayından dolayı “özen ve dikkat
yükümlülüğünü ” yerine getirip getirmediği dahi araştırılmadan
500.000 YTL.’ye (Gazete sahibi açısından 1.000.000.YTL)
ulaşabilecek adli para cezası verilebilecektir.
Gerçekten,
“ceza sorumluluğunun şahsiliği” kuralı kişinin kendisine ait kusurlu fiilinden
sorumlu tutulması anlamına gelmektedir.
5187
s. Basın Kanununun 11. maddesindeki ” Süreli yayınlarda eser
sahibinin belli olmaması veya yayım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması
ya da yurt dışında bulunması nedeniyle Türkiye'de yargılanamaması veya
verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahkûm
olduğu cezaya etki etmemesi hallerinde”, sorumlu
müdürü salt
gördüğü görev sebebiyle ve kusurunu aramaksızın sorumlu tutması , üçüncü şahsın
fiilinden kusursuz sorumluluk hali yaratmıştır. Bunun Ceza Hukukundaki adı objektif sorumluluktur.
Ceza sorumluluğunun şahsiliği, sadece maddi fiilin o faile ait olması anlamına
gelmemekte, ayrıca kusurunun aranmasının gerekli bulunduğunu ifade etmektedir. Objektif
sorumluluk sistemi ise, kusuru kabul etmediği için, “ceza sorumluluğunun
şahsiliği” ilkesine aykırıdır
Getirilen hapis cezaları
dışında, Cumhuriyet Savcısının emriyle süreli bir
yayının 15 günden 1 aya kadar durdurulabilecek olması da diğer
bir ilginçliktir. (6.md)
Yasa
bunun bir tedbir olduğu söylemektedir. Ancak, bu bir tedbirse 15, 20 ve 30
günlük “yayın durdurmadan” ne gibi bir hukuki
fayda beklenmektedir. Bu belli değildir. Aslında mantıklı olan
yayının temelli durdurulmasıdır. Aslında istenenden
de odur ve zaten yasanın son 9-10 aylık uygulamasından
ortaya çıkan sonuçta bunu doğrulamaktadır. (Örneğin; İstanbul’da yayınlanan Gündem gazetesi
hakkında üst üste toplatma kararı verildi)
Belki de her hangi bir mahkumiyet kararı
olmadan “ süresiz bir yayın durdurmanın “ mahkeme onayıyla da olsa, AB
organları önündeki “imajımız” açısından pek olumlu bir katkı
yapmayacağı düşüncesiyle olsa gerek, bu yöntem tercih edilmek zorunda kalınmış olabilir. Başka bir anlatımla “murat edilen”le “imaj” arasında
yapılan tercihte ortalama bir yol bulunmuştur.
Tabi ki düzenleme Anayasa’da aykırıdır. Çünkü
Anayasa’nın 28.maddesi sadece suç konusu olan yayının dağıtımının
durdurulmasından ve toplatma kararından bahsetmektedir ve 28/4-8
‘e göre “tedbiren dağıtımın durdurulması” ve “toplatma kararı”
ancak basılmış bir yayın hakkında verilebilir. Bu düzenleme ; bir
yayının belirli bir süreyle veya süresiz (tedbir yoluyla
veya ceza mahkumiyetinin sonucu olarak ) yayımlanmasının
durdurulmasını kapsamamaktadır. Kaldı ki basın özgürlüğünün sınırlanması ile
ilgili Anayasaca öngörülmeyen bir tedbir veya yaptırım yasa
yoluyla getirilemez. Bu nedenle, getirilen düzenlemenin Anayasa’nın kaba
bir şekilde ihlalinden başka bir hukuki anlamı yoktur.
.Kaldı ki Türkiye’nin basın özgürlüğü
sorunu sadece TMK’ ile sınırlıda değildir.
Başta 301 olmak üzere, 305 (temel milli yararlara karşı faaliyette
bulunma,326 ila 339 (Devlete sırlarına
karşı suçlar) 318 (halkı askerliğe karşı soğutma) 277 (yargı görevi yapana
etkileme) 288 (adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs) gibi TCK hükümleri zaten basının tepesine her an için inebilecek
giyotin gibi durmaktadır. Zaten, Adalet Bakanının ” bu yasanın hukuki bir
ihtiyaçtan değil siyasi ortam bunu gerektirdiği için çıkartıldığını “ söylemesi,
özgürlükleri boğacak yeteri kadar hükmün TCK ’da bulunması nedeniyledir.
Basın özgürlüğü de, yalnız başına basının özgürlüğü
değildir. Toplumsal gelişme ve
ilerlemenin temeli olan ifade özgürlüğünün ta kendisidir. Bir toplumda ifade
özgürlüğü yoksa, diğer özgürlüklerinde teminatı yok demektir. Bu anlamda “Herşeyin ölçüsü insandır.” diyen Yunan
düşünürü Protagoras ile “yasalar devlet için değil , özgürlüklerin
güvencesi için, yani için insan var olmalıdır,.[1]”
Hukukun bütün tarifleri eksiktir.
Doğrusu şudur: Hukuk insanlıktır. [2]
diyen Faruk Erem hoca aralarında asırlar
olsa da insanlığın ortak özlemini dile getirmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder