ULUSÜSTÜ BELGELER IŞIĞINDA MAHPUSUN SAĞLIĞI, ÖZÜRLÜLERİN İNFAZ SORUNLARI
Av.Münip ERMİŞ
14.3.2008
Türk
hukukunda özgürlüğün kısıtlanması bir yargıç tarafından verilen ya tutuklama
kararıyla veya mahkumiyet kararının sonucu olmaktadır.
Mahpusluk
cezalandırma biçimi yada tedbir biçimi olarak ortaya çıkması, doğal olarak hak ve özgürlüklerde bir
sınırlama demektir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5/1 fıkrası
Anayasamızın 19.maddesinde belirtildiği
gibi kişi özgürlüğünüm kısıtlanması
ancak yetkili bir mahkemenin kararı ile olabilecektir.
Kişi özgürlüğünün kısıtlanması ile kişinin diğer
haklarını kullanmasında da doğal sınırlama gelecektir. Ancak bu sınırlama sınırsız değildir. Bazı haklar açısından ise asla sınırlama
kabul edilemez.
Örneğin Sözleşmenin 2 maddesi ile güvence altına
alınan “yaşama hakkı” , 3.maddesi ile güvence altına alınan “işkence ve fena
muamele yasağı” yine sözleşmenin 6.
maddesi ile güvence altına alına “adil yargılanma hakkı” gibi temel haklarda mahpuslar içinde istisna
kabul edilmez şekilde geçerlidir.
Bu temel haklar devletin gözetiminde ve denetimde
olan mahpuslar için daha da önemlidir.
Örneğin, “sağlık hakkı” gibi bir temel haktan yararlanması için devletin
pozitif yükümlülüğü iki kat daha artar. Çünkü bu hakka ulaşması için mahpusun
kendi iradesi yeterli olmamaktadır.
Mahpus bir anlamıyla devlete emanet edilmiştir. Onun vücut sağlığı ve beden
bütünlüğünden birinci derecede devlet sorumludur. Devlet mahpusun sağlığı
konusunda hiçbir bahanenin veya gerekçenin arkasına sığınamaz. Bu hakkı her
koşulda sağlamak zorundadır. Bu koşulları sağlayamıyorsa, kişinin özgürlüğünü
kısıtlamaya da hakkı yoktur.
Uluslar
arası standartlarda da belirtildiği üzere alıkonulma, kendi doğasından
kaynaklanan sınırlamalar dışında herhangi bir sınırlamaya tabi olmamalıdır.
Ulusal merciiler mahpusların haklarının korunması ve yerine getirilmesi için
gerekli düzenlemeleri yapmak ve önlemleri almakla yükümlüdür.
Uluslararası
insan hakları hukukunda mahpusların hakları ile ilgili oldukça gelişmiş standartlar
olmasına karşın mahpuslar ilgili hakları ve düzenlemeleri doğrudan kullanamamakta,
tutuldukları yerlerde bulunan yetkililer aracılığı ile kullanabilmektedir.
Hakların kullanımının bir başka kişinin inisiyatifinde olması bunların aynı
zamanda keyfi biçimde kısıtlanmasını da olası kılmaktadır.
Bu
durum, özgürlüğü kısıtlayan otorite ile mahpus (özgürlüğünden yoksun bırakılan kişi)
ilişkisinde ciddi bir güç dengesizliği doğurmaktadır.
Bu dengesizlik;
• Kişinin
özgürlüğünden yoksun bırakılmasının, insan hakları ihlali riskini barındırması
ve Devlet tarafından gerçekleştirilen ciddi bir zorlayıcı fiil olmasından,
• Özgürlüğün
kısıtlanması veya kaybedilmesiyle, alıkonulan kişinin korunması, hakları ve
varoluşunun tamamıyla yetkililere veya kamu görevlilerine bağlı hale
gelmesinden,
• Özgürlüğünden
yoksun bırakılan kişilerin kendi kaderlerini belirleme olanaklarının
kısıtlanmasından,
• Alıkonulma
yerlerinin, tanımı gereği kapalı yerler olması ve
özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin toplumun görüş alanının dışında
tutulmasından kaynaklanmaktadır.
Uluslararası
hukuk, mahpuslar da dâhil olmak üzere özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin korunması, haklarının kullanımının
sağlanması ve tutulma yerlerinin koşullarının
iyileştirilmesi için yeni formüller geliştirme çabası içindedir. Bu çaba son olarak
2006 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşme’ye Ek
Protokol’de3 yansımasını bulmuştur. Protokol, tutukevleri ve cezaevleri de
dâhil olmak üzere her türlü alıkonulma yerinin bağımsız izleme kurulları
tarafından sistemli ziyaretini ve denetimini öngörmektedir.
Türkiye
Protokol’ü 16 Eylül 2005 tarihinde imzalamış ise de henüz onaylamamıştır.
Hükümetin
Protokol’ün onaylanması ve Protokol’de öngörülen bağımsız bir ziyaret ve denetim mekanizmasının
oluşturulmasına yönelik herhangi bir çabası bulunmamaktadır.[1]
Ancak Türkiye Avrupa Konseyinin
üyelisidir. Bu üyeliğin doğal sonucu olarak hem Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin hemde Avrupa İşkencenin ve
İnsanlıkdışı veya onurkırıcı Ceza ve Muamelenin Önlenmesi Sözleşmesinin
tarafıdır. Bu sözleşme uyarınca kurulan komitenin (CPT) temel görevi de hürriyetinden yoksun bırakılan kişilerin cezaevlerinde
uygun koşullarda tutulup tutulmadığını izlemektir.[2]
Türkiye’nin bu anlamıyla ulusüstü hukuk açısından temel
yükümlülükleri her iki sözleşmeden doğmaktadır.
Özgürlüklerinden
mahrum bırakılmış kişilere sunulan sağlık bakım hizmetleri doğrudan CPT'nin
görev alanı ile ilgilidir.[3] Yetersiz sağlık hizmetleri, "insanlık
dışı ve aşağılayıcı muamele" teriminin kapsamına giren koşulların hızla
ortaya çıkmasına neden olabilir. Ayrıca
belli bir cezaevinde sunulan sağlık hizmetleri, hem o cezaevinde hem de diğer
yerlerde (özellikle emniyet birimlerinde) kötü muamelenin önlenmesinde önemli
rol oynayabilir. Bunun da ötesinde, söz
konusu hizmetler, sunuldukları tesisteki genel yaşama koşulları üzerinde olumlu
etkide bulunabilir.
CPT cezaevlerinde sağlık hizmetlerini incelerken,
temel aldığı ilke, tutukluların toplumda yaşayan insanlarla aynı düzeyde tıbbi
bakım hakkına sahip olup olmadığıdır. Bu
ilke bireyin temel hakları arasında yer aldığına işaret eder.
Cezaevi
sağlık bakım hizmetlerine yaptığı ziyaretlerde CPT' yi yönlendiren konuları,
aşağıdaki başlıklarla ele alınmaktadır.
a.
Doktora erişim
b.
Bakımda eşitlik
c.
Hastanın onayı ve gizlilik
d.
Önleyici sağlık hizmetleri
e.
İnsani yardım
f.
Mesleki bağımsızlık
g.
Mesleki yetkinlik
Doktora erişim
Cezaevine
girerken, cezaevine ilk girişte mahkumun
gecikmesizin bir doktor tarafından
fiziksel muayenesini yapılmalı ve [4]
cezaevine gelişlerinde hükümlülere, sağlık bakım hizmetinin varlığı ve işleyişi
hakkında bilgi veren ve hijyenle ilgili
temel önlemleri hatırlatan bir kitapçık veya broşür verilmelidir. Tutuklu bulundukları süre boyunca da, her zaman bir
doktora erişimlerinin bulunması gereklidir (özellikle tek başına hücre hapsinde
tutulan tutuklular için doktora erişim konusunda bkz. CPT 2. Genel Raporu
CPT/Inf (92) 3'ün 56. paragrafı). Sağlık
hizmetleri, doktora danışma talepleri gereksiz gecikme olmadan karşılanacak
şekilde düzenlenmelidir. Tutuklular
sağlık bakım hizmetine gizlilik ilkesi dahilinde, örneğin kapalı bir zarfta bir
not yoluyla ulaşabilmelidir. Ayrıca
cezaevi yetkilileri doktorla görüşme taleplerini kendine göre eleme yoluna
gitmemelidir.
Bir
cezaevinin sağlık hizmetleri en azından düzenli ayakta konsültasyon ve acil
durumlarda tedavi sunabilmelidir (tabii ki, bunların dışında genellikle yataklı
hastane tipi bir birim de olabilir). Her
tutukluya yetkin bir diş hekimi de hizmet sunmalıdır. Bunun dışında, cezaevi doktorları uzmanların
hizmetlerinden yararlanabilmeli, acil durum tedavisi içinde , her zaman bir
doktor nöbette olmalıdır. Ayrıca ilk
yardım sunabilecek yetkinliğine, tercihan da hemşirelik niteliklerine sahip bir
kişinin her zaman cezaevi sınırları içinde bulunması gereklidir.
Ayakta
tedavi, uygun olan hallerde sağlık bakım personeli gözetiminde
yapılmalıdır. Bir çok durumda, devam eden bakımın tutuklunun inisiyatifine
bırakılması yeterli değildir.
Sivil
hastane ya da cezaevi hastanesinde, tam teçhizatlı bir hastane hizmetinin de
doğrudan desteği sağlanmalıdır.
Sivil
hastanenin kullanılması halinde, güvenlik düzenlemeleri konusu ortaya
çıkacaktır. CPT bu bağlamda, tedavi almak üzere hastaneye gönderilen
tutukluların gözetim nedenleriyle hastane yataklarına ya da diğer eşyalara
fiziksel olarak bağlanmamaları gerektiğini vurgular.. Güvenlik ihtiyaçlarını yeterli bir şekilde
karşılayacak başka yollar bulunabilir ve bulunmalıdır; bu tür hastanelerde bir
gözetim biriminin oluşturulması bu çözümlerden bir tanesi olabilir.
Tutukluların
hastaneye yatırılması ya da bir uzman tarafından hastanede muayene edilmesi
gerektiğinde, hasta sağlık durumunun gerektirdiği aciliyette sevk edilmelidir
b. Bakımda eşitlik
i)
Genel Tıp
38. Bir cezaevi sağlık bakım hizmetinin, tıbbi
tedavi ve hemşirelik hizmetlerinin yanı sıra uygun perhiz, fizyoterapi,
rehabilitasyon ve diğer gerekli özel imkanları toplumdaki hastalara sunulan
koşullarda sunabilmesi gerekmektedir.
Doktor, hemşire ve teknik personelin yanı sıra, mekanların, donanımların
ve ekipmanın da buna göre ayarlanmış olmaları gereklidir.
Eczane ve ilaç dağıtımının uygun bir
şekilde gözetim altında tutulması gereklidir.
Ayrıca ilaçların hazırlanması da her zaman yetkin personele
(eczacı/hemşire, vs.) bırakılmalıdır.
Her
hasta için, içinde tanıya ilişkin bilgilerin, hastanın gelişimi kaydının ve
geçirdiği özel muayenelerin bulunduğu tıbbi bir dosya hazırlanmalıdır. Herhangi bir nakil durumunda, bu dosya da
tutuklunun gönderildiği merkezin doktorlarına iletilmelidir.
Ayrıca sağlık ekipleri tarafından
özellikle de söz konusu hastalara ilişkin olaylarla ilgili günlük kayıtlar tutulmalıdır. Bu kayıtlar, cezaevindeki sağlık
hizmetlerinin genel durumu hakkında fikir verdiği gibi, ortaya çıkabilecek bazı
sorunları belirlemekte de faydalıdır.
Sağlık hizmetlerinin sorunsuz
yürütülebilmesi, doktor ve hemşirelerin düzenli olarak toplanması ve bu
hizmetin başındaki kıdemli hekime bağlı bir çalışma ekibi oluşturulması halinde
mümkün olabilir.
ii)
Psikiyatrik Bakım
. Genel nüfusla kıyaslandığında,
tutuklular arasında psikiyatrik semptomların görülme sıklığı daha
fazladır. Bu sebeple, psikiyatride uzman
bir hekimin her cezaevinin sağlık hizmetinde yer alması gereklidir. Burada görev yapan hemşirelerin bazılarının
da bu alanda eğitim almış olması gereklidir.
Tıbbi personel ve hemşirelerle birlikte
cezaevlerinin yapısı da düzenli farmakolojik, psikoterapötik ve mesleki tedavi
programlarının yürütülmesine izin verecek şekilde düzenlenmelidir.
. CPT, psikiyatrik hastalığı (ör.
depresyon, reaktif durum, vs.) olan tutukluların erken aşamada tespit
edilmesinde ve bunların ortamında gerekli düzenlemelerin yapılmasında cezaevi
müdürlüğünün rolünün önemini vurgulamak ister.
Bu faaliyet, gözetim personelinin belli üyelerine uygun sağlık
eğitiminin verilmesiyle teşvik edilebilir.
. Ruhsal hastalığı olan tutuklular,
yeterli donanıma ve uygun eğitimli personele sahip bir cezaevinde tutulmalı ve
burada bakılmalıdır. Bu tesis, sivil bir
akıl hastanesi veya cezaevi sistemi
içerisindeki özel donanımlı bir psikiyatrik birim olabilir.
Bir taraftan etik açıdan, akıl hastası
olan tutukluların cezaevi sistemi dışında, kamu sağlık hizmetinin sorumluluğu
altındaki merkezlere yatırılması uygundur.
Diğer taraftan, cezaevi sitemi içinde psikiyatrik hizmetlerin sunulması
bakımın azami güvenlik şartları altında sağlanmasına olanak verir ve tıbbi ve
sosyal hizmetler bu sistem içinde güçlendirilebilir.
Hangi yol seçilirse seçilsin, söz
konusu psikiyatrik birimin kalış kapasitesi yeterli olmalıdır. Çoğu yerde, gerekli bir nakilin yapılabilmesi
için uzun bir bekleme süresi gerekmektedir.
Söz konusu kişinin, bir psikiyatrik birime nakli en üst düzeyde öncelik
olarak kabul edilmelidir.
. Ruhsal rahatsızlığı olan ve saldırgan
bir hasta yakın gözetim ve hemşirelik desteği ile, uygun görülürse, sedatifler
verilerek tedavi edilmelidir. Kişinin
fiziksel olarak zaptedilmesi için nadiren gerekçe bulunur ve her zaman ya tıp
doktoru tarafından açık bir şekilde bu yönde talimat verilmiş olmalıdır veya
onayını almak üzere hemen böyle bir doktora danışılmalıdır. Fiziksel olarak kısıtlayıcı gereçler ilk
uygun fırsatta çıkarılmalıdır.
Bunlar
hiç bir zaman ceza olarak uygulanmamalı veya uygulanmaları bu amaçla
uzatılmamalıdır.
Fiziksel olarak kısıtlayıcı gereçlere
ihtiyaç duyulduysa, bu önlemin ne zaman başlayıp ne zaman bittiğine, konu ile
ilgili unsurlara ve bu tür yollara başvurulmasının nedenlerine ait bilginin hem
hasta dosyasına, hem de uygun bir kayıt defterine kaydedilmesi gereklidir.
c. Hastanın
Onayı ve Gizlilik
. Onay özgürlüğü ve gizliliğe saygı
bireyin temel haklarıdır. Bunlar aynı
zamanda, özellikle tutuklunun kendi doktorunu özgürce seçemediği cezaevlerinde
doktor/hasta ilişkisinin gerekli bir parçası olan güven atmosferi açısından çok
önemlidir.
i)
Hastanın Onayı
. Hastalara durumları, tedavileri ve
kendilerine reçete edilen ilaçlarla ilgili bütün gerekli bilgiler (gerekirse
bir tıp raporu halinde) verilmelidir.
Tercihan, tedavi açısından herhangi bir sorun teşkil etmediği takdirde,
hastalar cezaevi tıp dosyalarının içeriğini görebilme hakkına sahip olmalıdır.
Hastalar, bu bilginin ailelerine ve
avukatlarına veya dışarıdaki bir doktora iletilmesini isteyebilmelidir.
. Muhakeme sahibi her hasta tedaviyi veya
herhangi bir tıbbi müdehaleyi reddetme özgürlüğüne sahiptir. Bu temel ilkeden herhangi bir sapma hukuka
dayalı olmalıdır ve genel toplum için geçerli, kesin olarak ortaya konmuş
istisnai durumlarla ilgili olmalıdır.
Hastanın kararı doktorun bakım
sorumluluğu ile çeliştiğinde her zaman zor bir durum ortaya çıkar. Bu durum, hasta kişisel inançlarının
etkisinde olduğunda (ör. kan naklini reddetmesi) veya taleplerini kabul
ettirmek, bir otoriteye karşı protesto yapmak ya da belli bir amaca destek
verdiğini ortaya koymak için bedenini kullanmaya, hatta kendine zarar vermeye
kararlı olduğunda ortaya çıkabilir.
Açlık grevi durumunda, bazı ülkelerdeki
kamu yetkilileri veya profesyonel kurumlar, hastanın şuuru ciddi bir biçimde
bozulduğunda ölümü engellemek için doktorun müdehale etmesini zorunlu
kılar. Diğer ülkelerde ise kural, klinik
kararların gerekli yerlere danışan ve bütün verileri değerlendiren sorumlu
doktora bırakılması yönündedir.
. Tutuklular üzerinde tıbbi araştırma
yapma konusunda, tutukluların araştırmaya katılmayı cezaevinde olmalarından
dolayı kabul edecekleri riski düşünülürse, son derece dikkatli bir yaklaşımın
izlenmesi gerektiği açıktır. Her
tutuklunun özgür ve bilgilendirilmiş onayını vermesi için gerekli önlemlerin
alınması gereklidir.
Uygulanan kurallar toplumda da geçerli
olmalıdır, gerekli hallerde bir etik kurul devreye girmelidir. CPT, gözetim altında patoloji ve epidemiyoloji
veya tutukluların durumlarıyla ilgili diğer konuların araştırılmasını tercih
ettiğini vurgulamaktadır.
Tutukluların, öğrencilerin eğitim
programlarına katılması için de tutukluların onayı alınmalıdır.
ii)
Gizlilik
50. Cezaevinde de toplumda kabul gören tıbbi
gizlilik gözetilmelidir. Hastaların
dosyalarının tutulması doktorun sorumluluğu altında olmalıdır.
51. Tutukluların tıbbi muayeneleri (gelişte veya
daha sonra) cezaevi yetkililerinin duyamayacağı ve söz konusu doktor aksini
talep etmedikçe, göremeyeceği şekilde yapılmalıdır. Ayrıca tutuklular gruplar halinde değil, ayrı
ayrı muayene edilmelidir.
d. Önleyici
sağlık hizmetleri
. Cezaevi sağlık hizmetleri personelinin
görevi, hastaların tedavileriyle sınırlı olmamalıdır. Aynı zamanda sosyal ve önleyici tıp
uygulamalarından da sorumlu olmalıdırlar.
i)
Hijyen
. Yiyecek düzenlemeleri (yiyeceğin
miktarı, kalitesi, hazırlanması ve dağıtımı) ve hijyen koşulları (giysi ve
çarşafların temizliği; akan suya erişim; tuvalet ve lavabolar) ile hücrelerin
ısıtılması, aydınlatılması ve havalandırılması, gerekli hallerde diğer
yetkililerle birlikte olmak üzere, cezaevi sağlık hizmetlerinin sorumluluğu
altındadır. Çalışma ve açık havada
egzersiz düzenlemeleri de dikkate alınmalıdır.
Sağlığa zararlı bir ortam, aşırı
kalabalık, uzun süreli izolasyon ve aktivite eksikliği söz konusu olduğunda,
bireysel olarak tutukluya tıbbi yardım verilmesi veya sorumlu yetkili
tarafından genel bir tıbbi düzenleme yapılması gerekli olabilir.
ii)
Bulaşıcı Hastalıklar [5]
Cezaevi sağlık hizmeti tarafından,
bulaşıcı hastalıklar (özellikle hepatit, AIDS, verem, dermatolojik
enfeksiyonlar) ile ilgili bilgilerin düzenli olarak hem tutuklulara, hem de
cezaevi personeline cezaevi sağlık hizmetleri tarafından iletilmesi ve gerekli
hallerde, belirli bir tutuklu ile sürekli temas halinde olan kişilerin (diğer
tutuklular, cezaevi personeli, düzenli ziyaretçiler) tıbbi kontrolünün
yapılması gereklidir.
. Özellikle AIDS konusunda, herhangi bir
tarama testinin hem öncesinde hem de sonrasında uygun danışmanlık
verilmelidir. Cezaevi personeli önleyici
önlemler ve HIV pozitif olma durumunda benimsenecek tutum konusunda düzenli
eğitim almalı ve ayırımcılık yapmama ve gizlilik konusunda gerekli talimatlar
kendilerine verilmelidir.
CPT, iyi durumda olan bir HIV pozitif
tutuklunun diğerlerinden ayrılması için tıbbi bir gerekçe olmadığını vurgulamak
ister.[6]
iii)
İntiharın Önlenmesi
. İntiharın önlenmesi cezaevi sağlık
hizmetinin sorumluluğu kapsamına giren bir başka konudur. Bu konuda sağlık hizmetleri tarafından
cezaevi genelinde yeterli bilinç yaratılması ve uygun prosedürlerin
yerleştirilmesi gereklidir.
Bu bağlamda girişte yapılan tıbbi
taramanın ve genel olarak kabul sürecinin önemli bir yeri vardır. Bu doğru yapıldığı taktirde, en azından risk
altında bulunan bir kısım hükümlü belirlenebilir ve bütün yeni gelen
tutukluların hissettiği huzursuzluk bir ölçüde azaltılabilir.
Ayrıca cezaevi personeli de, görevleri
ne olursa olsun, intihar riskinin göstergeleri hakkında biliçlendirilmeli ve
bunları tanımak üzere eğitilmelidir. Bu
bağlamda duruşmadan hemen önceki ve sonraki dönemler, bazı hallerde de tahliye
öncesindeki dönem artan intihar riski taşır.
İntihar riski bulunduğu düşünülen kişi
gereken süreyle özel gözetim altında tutulmalıdır. Ayrıca bu kişiler kendilerini öldürme
yollarına (hücre penceresindeki demirler, kırık cam, kuşak veya ipler, vs.)
kolayca erişememelidir.
Bunun yanı sıra, belli bir cezaevi
içinde ve gerekli hallerde cezaevleri arasında (özellikle de sağlık hizmetleri
bölümleri arasında) potansiyel intihar riski taşıdığı düşünülen kişiler
hakkında doğru bilgi akışının sağlanması için gerekli adımlar atılmalıdır.
iv)
Şiddetin Önlenmesi
Cezaevi sağlık hizmetleri, yaralanmalarla
ilgili kayıtları sistematik olarak tutarak ve gerekli hallerde ilgili birimlere
genel bilgi vererek tutuklu bulunan kişilere yönelik şiddetin önlenmesine
katkıda bulunabilirler. Belirli vakalar
hakkında da bilgi verilebilir, ancak bu sadece söz konusu tutuklunun onayı
alınarak yapılmalıdır.
61. Bir tutuklu cezaevine girerken yapılan tıbbi
taramada herhangi bir şiddet izine rastlanırsa bu konuda tutuklunun ilgili
ifadesi ve doktorun yorumlarını da içeren bilgiler kaydedilmelidir. Bu bilgiler tutukluya da iletilmelidir.
Bir tutuklunun cezaevinde şiddet
olayıyla karşılaşmasından sonra (bkz. CPT’nin 2. Genel Raporu: CPT/Inf (92)3)
veya bir soruşturma nedeniyle geçici olarak polis nezaretine girdikten sonra
cezaevine dönüşünde yapılan tıbbi muayenede de aynı yöntem izlenmelidir.
Sağlık hizmeti bölümü, gözlemlenen
yararlanmalarla ilgili periyodik istatistikleri cezaevi yönetimi, Adalet
Bakanlığı vs. dikkatine sununulmak üzere derlemelidir.
v)
Sosyal ilişkiler ve aile bağları
Sağlık hizmetleri genellikle
tutukluluğa paralel olarak ortaya çıkan sosyal ilişkilerde ve aile bağlarındaki
bozulmaları azaltmakta da faydalı olabilir.
Sağlık hizmetleri, ilgili sosyal hizmetlerle birlikte, tutukluların dış
dünya ile temaslarını koruyacak, iyi düzenlenmiş ziyaret alanları, uygun
koşullar altında aile veya eş ziyaretleri ve aile, meslek, eğitim ve
sosyo-kültürel bağlamlardaki izinler gibi önlemleri desteklemelidir.
Cezaevi doktoru, koşullara bağlı
olarak, tutuklulara ve ailelerine yapılan sosyal sigorta ödemelerinin devam
etmesi için harekete geçebilir.
e. İnsani
yardım
Bazı
özel hassasiyet taşıyan tutuklu grupları belirlenebilir. Cezaevi sağlık hizmetleri bunların
ihtiyaçlarına özel önem vermelidir.
i)
Anne ve Çocuk
Çocukların
cezaevinde doğmaması gerektiği genel kabul gören bir ilkedir, CPT’nin deneyimlerine
göre bu ilkeye saygı gösterilmektedir.
Anne
ve çocuğun en azından belli bir süre birlikte olmalarına izin
verilmelidir. Eğer anne ve çocuk
cezaevinde birlikteyse, kreş eşdeğeri koşullar, doğum sonrası bakım ve emzirme
konusunda uzman personelin desteği sağlanmalıdır.
Uzun
dönemli düzenlemelerle özellikle de çocuğun annesinden ayrılarak topluma
nakledilmesi ile ilgili kararlar, pedo-psikiyatrik ve medikososyal unsurlar
ışığında her bir olgu için ayrı ayrı değerlendirilerek alınmalıdır.
ii)
Ergenlik Çağındaki Gençler
Ergenlik,
kişiliğin bir anlamda yeniden düzenlendiği ve uzun dönemli sosyal uyumsuzluk
risklerinin azaltılması için özel çaba harcanması gereken bir dönemdir.
Gençlerin
tutuklulukları süresince sabit bir yerde, kişisel eşyaları ve sosyal olarak
uygun gruplar arasında bulundurulmaları gerekmektedir. Onlara uygulanan program yoğun aktiviteye,
sosyo-eğitsel toplantılara, spora, eğitime, mesleki eğitime, dışarıya yapılacak
eşlikli gezilere ve uygun faaliyet seçeneklerinin sunulmasına dayalı
olmalıdır.
iii)
Kişilik Bozukluğu Olan Tutuklular
68. Cezaevi sağlık hizmeti hastaları arasında
her zaman belli bir oranda aile travması, uzun süreli uyuşturucu bağımlılığı,
otorite ile sorunları ve diğer sosyal şanssızlık öyküleri olan dengesiz, marjinal
bireyler olur. Bunlar saldırgan,
intihara eğilimli veya kabul edilemeyecek cinsel davranışlar içinde
olabilirler, çoğunlukla kendilerini kontrol edemez ve kendilerine bakamazlar.
69. Bu tutukluların ihtiyaçları tam olarak tıbbi
değildir, ancak cezaevi doktoru, ortak yaşam esaslarına göre düzenlenmiş ve
dikkatli gözetim altındaki cezaevi ünitelerinde sosyo-terapötik programların
geliştirilmesini sağlayabilir.
Bu
üniteler, tutukluların utancını, kendilerini hor görmelerini ve nefretini
azaltabilir, onlara sorumluluk duygusu kazandırabilir ve onları yeniden topluma
katılmaya hazırlayabilir. Bu tür
programların bir başka doğrudan avantajı da cezaevi personelinin aktif
katılımını ve katkısını sağlamasıdır.
iv)
Sürekli Tutukluluğa Uygun Olmayan Hükümlüler
Bu
tür tutuklulara örnek olarak, kısa süreli ölümcül prognozu olanlar, cezaevi
koşullarında iyi bir şekilde tedavi edilemeyecek ciddi bir hastalığı
bulunanlar, ağır bir sakatlığı olanlar veya ileri yaşta bulunanlar verilebilir. Böyle kişilerin cezaevi ortamında tutulmaya
devam etmesi dayanılamayacak bir durum yaratabilir. Bu durumlarda, uygun alternatif
düzenlemelerin yapılabilmesi için ilgili yetkililere rapor yazılması cezaevi
doktorunun sorumluluğu altındadır.
f. Mesleki
bağımsızlık
Herhangi
bir cezaevindeki sağlık personeli muhtemel risk altındadır. Hastalarına (hasta tutuklulara) bakma
sorumlulukları çoğu kez cezaevi yönetimi ve güvenlik mülahazalarıyla
çelişebilir. Bu da zorlu etik sorunların
ve seçeneklerin doğmasına yol açabilir.
CPT bu tür personelin sağlık konularında bağımsızlıklarını teminat
altına almak için, toplumda sunulan sağlık hizmetlerine mümkün olduğu kadar
uyumlaştırılmasına önem vermektedir.
Cezaevi
doktoru görevini ne kadar resmi bir konumda gerçekleştiriyor olursa olsun,
klinik kararlarını sadece tıbbi kıstaslara göre vermelidir.
Tıbbi
çalışmaların kalitesi ve etkisi nitelikli bir tıbbi yetkili tarafından
değerlendirilmelidir. Aynı şekilde,
mevcut kaynaklar da güvenlik ve idareden sorumlu kişiler tarafından değil, böyle
bir yetkili tarafından yönetilmelidir.
Cezaevi
doktoru bir hastanın kişisel doktoru olarak görev yapar. Bu nedenle, doktor/hasta ilişkisinin
zedelenmemesi için tutuklunun cezayı kaldırıp kaldırmayacağı doktora
sorulmamalıdır. Ayrıca başka bir doktorun
çağrılamayacağı kadar acil bir durum olmadıkça, herhangi bir yetkili tarafından
söz konusu doktordan vücut araması veya muayenesi yapması istenmemelidir.
Cezaevi
doktorunun mesleki özgürlüğünün cezaevi koşulları ile sınırlı olduğunu
vurgulamak önemlidir: hastalarını özgürce seçemez çünkü tutukluların başka bir
tıbbi seçeneği yoktur. Hasta tıbbi
kuralları çiğnese ve tehdit ve şiddete başvursa dahi doktorun profesyonel
sorumluluğu devam eder.
g. Mesleki
yetkinlik
Cezaevi
doktorları ve hemşireleri, cezaevi patolojisinin özel türleri ile başa
çıkabilecek ve tedavi yöntemlerini tutukluluk koşullarına uydurabilecek uzman
bilgiye sahip olmalıdır.
Özellikle
de şiddetin önlenmesi ve gerektiğinde kontrol edilmesine yönelik mesleki
tutumların geliştirilmesi gereklidir.
Her
zaman yeterli sayıda personel bulundurulması için, genellikle hemşirelere,
kimisi cezaevi yetkilileri arasından seçilen tıbbi hizmetliler yardımcı
olur. Nitelikli personel tarafından
farklı seviyelere gerekli deneyimler aktarılmalı ve periyodik olarak
güncellenmelidir.
Bazen
tutukluların da tıbbi hizmetli olarak görev yapmasına izin verilir. Hiç kuşkusuz, bu yaklaşım belli tutuklulara
faydalı iş bir sağlama açısından yararlı olabilir. Ancak yine de bu durum son çare olarak
görülmelidir. Ayrıca tutuklular hiçbir
zaman ilaç dağıtımı işinde yer almamalıdır.
Son
olarak CPT, cezaevi ortamında sağlık hizmetlerinin sunulmasındaki özel hususlar
dikkate alınarak, lisansüstü eğitim ve düzenli hizmet içi eğitim kapsamında bir
mesleki uzmanlık programının başlatılmasını önermektedir
CEZA
İNFAZ KANUNU VE UYGULAMADAKİ SORUNLAR
Ülkemizde ceza
evlerinde mahpusların sağlık sorunları ile ilgili olarak istatistiksel bir veri
yayınlanmamıştır. Bilindiği gibi ceza
infaz sistemimiz ve cezaevi iç yaşamında ilişkin ilke kurallar 2005 yılına
kadar tüzük,genelge idari tasarruflarla yönetilmeye çalışılmıştır. 2005 yılında
ise cezaevi iç yaşamına ilişkin ilke ve kurallar bir yasa metnine kavuşmuştur.
Ancak 5275 sayılı yasa üzerinde kamuoyunda ciddi bir tartışma açılmadan ,
sadece adalet komisyonunda görüşülmüş, bu görüşmelerin dışarıya yansımaması
için özel bir çaba sarf edilmiştir. Oysa Ceza infaz kanunu gibi 125 maddelik
kapsamlı bir yasanın üzerinde ciddi bir tartışma açılmadan yasallaşması ,
günümüze yansıyan bir çok sıkıntının da kaynağını oluşturmaktadır.
Türkiye’de her
geçen gün artan bir” suçluluk” olgusu ile karşılaşılmaktadır. Bu gün cezaevleri
mevcudunun doksan bini aştığı söylenmektedir.
F tipi cezaevlerinin ardından L tipi cezaevleri açılmış, şimdide kampüs
cezaevleri açılmaya başlanmıştır.
Yinede cezaevleri
kapasite açısından ciddi sorunlar yaşamaktadır. Örneğin Antalya E tipi kapalı
cezaevi 2000 yılından sonra mekanda herhangi bir genişleme olmadığı halde oda
düzenine geçilmiş, 500 mahkumluk mevcut
kapasite 2007 yılı içerisinde zaman zaman 2000’li sayılara dahi ulaşmıştır.
20 kişilik
odaların mevcudu ranza artırmak suretiyle 40-50 kişiye artırılmış, ancak buda
yetmemiş bu koğuşlara 70-80 mahpus konulmuştur. Mahkumlar bu koğuşlarda
bırakalım ranzayı , mahkumları yerde yatabilecekleri bir boşluk dahi kalmamış,
gece havalandırmalar açık tutulmuş mahkumlar orada tutulmuştur. Açıkça
vardiyalı uyku düzenine geçilmiştir. L
tipi cezaevinin açılması ne yazık ki kapasite sorununu çözmemiştir. Hem L tipi
hemde E tipi cezaevi bu gün kapasitesinin çok üzerinde mahpus barındırmaya
devam etmektedir.
Bu durum
mahpuslara karşı başlıbaşına fena
muamele ve onur kırıcı davranış teşkil eden uygulama olarak görülmelidir.
Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin 2. maddesi ile düzenlenen işkence ve fena muamele
yasağının her hangi bir istisnai durumu yoktur. Yani işkence ve fena muamele
mutlak surette yasaktır ve bu konuda taraf devletlerin herhangi bir mazaret
ileri sürmesi mümkün değildir.
Tabi ki mahpus
sağlığı açısından bu durumun ayrı bir yönü vardır. Temizlik ve hijyenin
sağlanması mümkün değildir. Üstelik 2007 yılında uzun bir süre bu cezaevinde su
sistemindeki arıza nedeniyle sıcak su verilmesinde bile ciddi sorunlar
yaşanmıştır.
Sonuç olarak
Antalya cezaevleri kapasite açısından ciddi sorunlar yaşamaktadır. Diğer
cezaevlerinin de durumları bundan farklı değildir.
Hem E tipi hemde
F tipi cezaevlerinde hem kapasiteden kaynaklanan hemde uygulamadan kaynaklanan
ciddi sorunlar yaşanmaktadır.
Örneğin Çağdaş
Hukukçular Derneği İstanbul Şubesinin son cezaevleri raporundan yansıyanlar,
mahpusun sağlık hakkıyla ilgili F tipi
cezaevlerinde yaşanan sorunları yansıtması
açısından somut bir örnek olarak önümüzde durmaktadır.
a.Yakınmalar:
Görüştüğümüz kişilerin büyük bir çoğunluğu, cezaevine girdikten
kısa bir süre sonra görmede sorun
yaşadıklarını belirtmişlerdir.
Revire dilekçeyle çıktıkları, doktorun haftada bir geldiği,
muayenenin infaz koruma memurunun önünde yapıldığı, hastane sevkinin çok zor
olduğu yönünde ortaklaşan yakınmalar olmuştur. Görüşülen kişilerden biri,
ameliyat gerektiren hastalığının tedavisinin ancak 3 yıl sonra yapıldığından
yakınmıştır.
Yakınmaların çoğu, doktorların davranışlarına ilişkindir.
Görüştüğümüz kişiler, doktor ve hasta arasında olması gereken asgari iletişimin
krulamadığı ve doktorların da tıpkı idare ve personel gibi kendilerine
suçlu gözüyle baktıklarından yakınmışlardır. Bu yaklaşım nedeni
ile de doktorların ilgisiz, uzaktan soru sorarak, kimi zaman yüzüne dahi
bakmayarak, infaz koruma memuru eşliğinde muayene ettiklerini belirtmişlerdir.
Bunun yanında; Ülkedeki
politik atmosferden etkilenerek, intikamcı bir şekilde mesleğinin gereklerini
yerine getirmeyen doktorlar bulunduğundan yakınmışlardır.
Bir kişi, göz rahatsızlığı
nedeni ile revire çıktığında doktorun kendisine, “gözün çıksın öyle gel” diye
muayene etmediğini ifade etmiştir.
örüşme yapılan tüm cezaevlerinde diş hekiminin, tedavi etmek yerine diş
çektiğini ve kimi zaman da sağlam dişlerin çekildiğinden yakınmalar olmuştur.
emen hemen görüştüğümüz kişilerin tümü, doktorların tavırları ve revire gidiş
gelişlerde infaz koruma memurlarının davranışları nedeni ile hasta olsalar dahi
doktora gitmek istemediklerini beyan etmişlerdir. cil durumlarda revire çıkmak
isteyen kişiler, kapıyı döverek sesini duyurmaya çalıştıklarından disiplin
cezalarına maruz kalmışlardır.
b.Sağlık hizmetleri açısından değerlendirme
Gerek kanun ve gerekse tüzükte cezaevlerinde düzenli sağlık
görevlisi, tabip ve diş tabibi olacağı yönünde
düzenleme mevcut ise de görüşme yapılan cezaevlerinin çoğunda doktorun
düzenli olarak cezaevinde
olmadığı tespit edilmiştir. Bırakalım düzenli cezaevinde olmayı,
acil durumlarda dahi ulaşılamayacağı
önünde ciddi veriler mevcuttur.
Yapılan şikâyetler dikkate
alındığında, cezaevinde bulunan doktorların görevlerinin gerektirdiği özen
ve ikkati göstermediği ortaya çıkmıştır.
Sadece haftada bir gün doktorun cezaevinde bulunması çok açık ki ihtiyacı
karşılamadığı gibi hasta bu süre içinde ya kendi imkânları ile düzelmekte ya da
daha kötü bir duruma gelmektedirler. Bu uygulama, kişilerin sağlık
problemlerini gidermeye yetmediği gibi tedavi olma ve sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkının
önünde de engel oluşturmaktadır.
CİDDİ
SAĞLIK SORUNLARI OLAN MAHKUMLAR AÇISINDAN İNFAZ REJİMİ
Ciddi sağlık
sorunları olan mahpuslarla ilgili hukuk sistemimizde iki temel düzenleme
bulunmaktadır.
Birincisi
Cumhurbaşkanına özel af yetksi veren Anayasa’nın 104.maddesidir.Bu düzenlemede sürekli hastalık,sakatlık ve kocama sebebi
ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak üzere Cumhurbaşkanına
özel
af yetkisi tanımaktadır.
Bu düzenlemenin
eksikliği sadece hükümlüler açısından geçerli olmasıdır. Makul süre içerisinde
yargılama, adil yargılanma hakkının temel bir unsuru olduğu halde , ülkemizde
ceza yargılamaları yıllarca sürmektedir. Türkiye’nin aleyhine verilmiş onlarca
mahkumiyet kararına rağmen bu sorun halen sürmektedir. Özellikle tutukluluk koşullarında
yargılamanın yıllarca sürmesi ciddi bir
insan hakları ihlalidir. Yeni CMK. Bu sorunu çözememiştir. Özellikle ağır cezanın görev alanına giren
suçlarda 102/2 maddede tutuklu aleyhine getirilen bir yorumla tutukluluk süresi
5 yıla kadar uzatılabilmektedir. Hele suç 250.md kapsamında ise bu süreler 2
katına kadar uygulanmakta , yani 10 yıla kadar çıkabilmektedir.
Ayrıca bu hükmün
uygulanması bildiğiniz gibi 2009 yılına ertelenmiştir. Bırakalım 1o yılı bu
gün Türkiye’de 13 yıldır tutuklu bulunan mahpus vardır.
Tutukluların bu
haktan yararlanmamasının, hiçbir mantiki ve hukuki nedeni yoktur. Bu
hüküm mutlaka tutukluları da kapsayacak şekilde değiştirişmelidir.
Çünkü özürlü ve
sürekli sakatlık hali olan tutuklular sadece bu hükümden hemen yararlanabilmek
için yargılamayı hızlandırmak adına suçlamaları kabul etmek dahil her türlü
hukuki yolu denemekte, hatta aleyhlerindeki mahkumiyet kararlarını temyiz dahi
etmemektedir.
Antalya’daki Gazi
Dağ vakası buna somut bir örnektir.
Aslında 5275
sayılı yasanın 16.madde uygulamasında da aynı sorunla karşı karşıyız.
Bu düzenleme
bilindiği gibi ciddi hastalıklarda, hapis cezasının infazı mahkumun hayatı için
kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkumun cezasının infazının iyileşinceye
kadar geri bırakılabileceğini öngörmektedir.
Hüküm görüldüğü
gibi tutukluları kapsamamaktadır.
5275 SAYILI Ceza
ve Güvenlik Tedbirlerinin infazı hakkındaki Kanunun 2. maddesi (1) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin
infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk,
cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer
fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları
yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın
uygulanır. (2) Ceza ve güvenlik
tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı
davranışlarda bulunulamaz.
Madde 54 - (1) Akıl hastalığına tutulan hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar 5237 sayılı Kanunun 57 nci maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler ceza infaz kurumunda geçmiş sayılır.
(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının hükümlülere ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, hükümlünün hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa cezanın infazı, hükümlü iyileşinceye kadar geri bırakılır.
(3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, hükümlünün tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Hükümlünün geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet başsavcılığına bildirilir. Hükümlünün sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde üçer aylık dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren Cumhuriyet başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet başsavcılığının istemi üzerine, hükümlünün izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir.
(4) Hapis cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır. Çocuk ölmüş veya anasından başka birine verilmiş olursa, doğumdan itibaren iki ay sonra ceza infaz olunur.
Ceza infaz kanunundaki bu düzenlemenin AHİS.2
1. VAKA GAZİ DAĞ
KONU: Antalya E Tipi Kapalı Cezaevi’ nde hükümlü
olarak bulunan özürlü GAZİ DAĞ’ ın durumu hk.
Başvurucu
merkezimize yaptığı başvuruda , 2004 yılı içerisinde girdiği bir silahlı olay
sonrasında adam öldürmek suçundan yargılandığını, hakkındaki mahkumiyet
kararının kesinleştiğini, halen Antalya E Tipi Kapalı Cezaevi’ nde hükümlü
olarak bulunduğunu, belden aşağısı felçli olup halen tekerlekli sandalyeye
mahkum durumda olduğunu, cezaevinde çok kötü şartlarda yaşadığını, doğal
ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olmadığı için her 6 saatte bir ailesinden
birisinin cezaevine gelip ihtiyaçlarını karşıladığını, halen cezaevinde revir
denen bir yerde kaldığını, bu durumun hem kendisi hem de ailesi için dayanılmaz
bir hal aldığını Merkezimize yazılı olarak yapmış olduğu başvuruda beyan
etmiştir. Kurumunuzun özürlü olan başvurucunun cezaevinde uygun bir şekilde
yaşaması için tedbir alma yükümlülüğü vardır. Bu tedbirler başvurucunun
özürlülük durumundan kaynaklanmaktadır.
Şöyle
ki;
5378
sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanunun, Tanımlar başlıklı 3. maddesinde özürlünün tanımı,
doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal
ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal
yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olan ve
korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç
duyan kişi, şeklinde yapılmıştır. Başvurucunun fiziksel durumu gereği söz
konusu özürlü tanımına girdiği açıktır. Dolaysıyla başvurucu, 5378 sayılı
yasanın koruma altına aldığı kişilerdendir.
5378
sayılı yasanın 4. maddesinin a bendine göre, Devlet, insan onur ve haysiyetinin
dokunulmazlığı temelinde, özürlülerin ve özürlülüğün her tür istismarına karşı
sosyal politikalar geliştirir. Özürlüler aleyhine ayrımcılık yapılamaz;
ayrımcılıkla mücadele özürlülere yönelik politikaların temel esasıdır. Buradaki
ayrımcılık yasağı hem Anayasanın eşitliği düzenleyen 10. maddesi hem de
Türkiye’nin taraf olduğu uluslar arası sözleşmelerin gereğidir. Başvurucunun
cezaevindeki mevcut durumu ayrımcılık yasağına aykırılık teşkil etmektedir. Söz
konusu yarımcılık dorudan olmasa da dolaylı bir ayrımcılıktır ve bu da bir
ayrımcılık çeşididir. Buna göre dolaylı ayrımcılık; görünüşte ayrımcı bir
nitelikte olmayan hüküm, ölçüt veya uygulamaların belli bir engele ( özre )
sahip kişileri benzer bir ortamda diğer kişilere göre daha olumsuz bir duruma
maruz bırakmasıdır.
Cezaevi
ölçüt ve uygulamaları cezaevinde bulunan her hükümlüye aynı şekilde
uygulandığında ayrımcılık yasağına uyulduğu söylenemez. Başvurucu özürlüdür. Bu
özür durumundan dolayı cezaevi hüküm, ölçüt ve uygulamalarının, diğer
mahkumlarla aynı şekilde kendisine uygulanması dolaylı ayrımcılığa neden
olmaktadır. Öte yandan Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi bir çok uluslar arası sözleşme gereği de
ayrımcılık yasaktır ve taraf devletler, gerek doğrudan gerekse dolaylı
ayrımcılığa karşı gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. Türkiye de söz konusu
sözleşmelere taraftır ve ayrımcılığa karşı gerekli tedbirleri almak konusunda
yükümlülük sahibidir.
Anayasanın
61. maddesine göre, Devlet sakatların korunmalarını ve toplum hayatına
intibaklarını sağlayıcı tedbirler alır. Ayrıca 5378 sayılı yasanın bakım
başlıklı 6. maddesine göre, özürlü kişilerin yaşamlarını öncelikle
bulundukları ortamda sağlık, huzur ve güven içinde sürdürmesi, toplum
içinde kendi kendilerini idare edebilecek ve üretken hale gelebilecek şekilde
bakım ve rehabilitasyonlarının yapılması, bunlardan ihtiyacı olanların
geçici veya sürekli bakım altına alınması veya bunlara evde bakım hizmeti
sunulması esastır. Aynı yasanın 8. maddesinde, bakım hizmetlerinin sunumunda
kişinin biyolojik, fiziksel, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarının da dikkate
alınacağı da belirtilmiştir. Burada devlete esas olarak özürlüler bakımından
makul uyumlaştırmanın gerçekleşmesi için gerekli tedbirleri alması yükümlülüğü
yüklenmiştir. Başvurucunun cezaevindeki koşullarının iyileştirilmesi yani
başvurucu bakımından makul uyumlaştırmanın yapılması devletin ve dolaysıyla
ilgili kurum ve kuruluşların yükümlülüğüdür.
Yukarıda
belirtilen nedenlerle başvurucu GAZİ DAĞ’ ın durumunun ve koşullarının
araştırılarak makul uyumlaştırma çalışmalarının yapılması ve gerekli tedbirlerin ivedilikle alınması
gerekir.
Gerek
5275 sayılı İnfaz kanunun hükümleri gerek, 5378 sayılı yasa hükümleri, gerekse
Türkiye’nin taraf olduğu ulusüstü sözleşmeler göz önüne alındığında, “hükümlünün
bakımı için ailesinden yardım istenmesi “ hukuka uygun değildir.
İnsan
haklarına uygun olarak, infaz koşulları düzeltilemiyorsa Merkezimiz 16/2
maddesi gereği infazın ertelenmesi gerektiği görüşünü taşımaktadır.
Bilgilerinize
saygılarımla sunarım.
2. vaka EROL
ZAVAR
iLGiLi KiŞi YA DA KURUMA
1967 Yılı’nda Türkiye’nin Zonguldak İli
Merkez İlçesi’nde dünyaya gelmiş olan Erol Zavar evli
ve 2 çocuk
babasıdır.
Erol Zavar; Ankara 2 No'lu Devlet
Güvenlik Mahkemesi'nin 27. 06. 2001 Tarih, 2001/47 Esas ve 2001/114
No'lu Kararı ile: “Yasadışı Direniş
Hareketi Örgütü üyesi olarak, örgütün amacı doğrultusunda mevcut
Anayasal düzeni zorla değiştirmeye
teşebbüs ettiği” iddia edilerek “TCK 146/1 maddesine göre idam cezası”na
ve “duruşmalarda gözlenen iyi hali”
lehine takdiri indirim nedeni sayıldığından TCK'nun 59/1 maddesine göre
cezası indirilip sonuç olarak Müebbet
Hapis Cezası'na mahkum edilmiştir.
İlk Şiir kitabı Haziran 2006’da Cadde
Yayınları tarafından basılarak dağıtıma sunulmuş olan Erol Zavar, 1990
Yılı’ndan beri aylık siyasi bir dergi
olarak yayın hayatını sürdürmekte olan ODAK Dergisi'nde bir dönem
sorumlu yazı işleri müdürlüğü
yapmıştır.
İlk kez 1999 Yılı’nda Ankara Etlik SSK
Hastanesi'nde Mesane Kanseri tanısı
ile TUR-T ameliyatı geçirmiş
olan Erol Zavar'a stresli ortamlardan
kaçınması ve üç aylık periyotlar halinde sistoskopi yaptırmasının önemi
vurgulanmıştır.
Gerek yoğun işkencelere maruz kaldığı 3
günlük gözaltı, gerekse de izleyen tutukluluk
surecinde karşısına çıkan tüm
yetkililere durumu ve alınması gereken önlemleri anlatmaya çalışan Erol Zavar
ve ayrıca ailesi ile avukatları bu
konuda yıllarca sonuç alamamışlardır.
Diğer pek çok rahatsızlığına ek olarak
söz konusu 'amansız hastalığı’na rağmen Erol Zavar; ilgili tüm kişi ve
kurumlarca 'Hücre Tipi' olarak
adlandırılan 'F Tipi Cezaevi'ne kapatılmıştır. Değil 3 ay, 3 yıl boyunca ya
sistoskopi cihazı olmadığı ya da zaten
kendisi için bu tetkike gerek bulunmadığı ileri sürülerek baştan savma
fiziki muayenelerle adeta hastalığının
geri dönüşsüz bir noktaya doğru evrilmesi beklenmiştir. F
Tipi
Cezaevlerinin izolasyon
koşullarında Erol Zavar'in migren krizlerinden,
astım nöbetlerine, ileri mide ve safra
kesesi yakınmalarından menisküs
ağrılarına dek vücudunda 'yardım çağrısı' geliştirmeyen adeta hiçbir organı kalmamıştır.
Nihayet 2004 Yılı Şubat Ayı’nda
kendisi, eş, arkadaş ve avukatlarının gayretleri ile Erol Zavar'ın sistoskopi
tetkikinin yaptırılabileceği bir
üniversite hastanesine sevki sağlanabilmiştir. 09/02/04 - 25/02/04 tarihleri
arasında
yatırıldığı Trakya Üniversitesi Tip
Fakültesi Hastanesi'nde (Ek 2), mesanesinde çok sayıda kötü huylu tümör
saptanması üzerine, 17 Şubat 2004
tarihinde ameliyat edilmiştir. Alınan biyopsi materyalinin patolojik incelemesi
sonucu konan tanı ise "Submukozal
invazyonun da izlendigi Transisyonel Hücreli Karsinom, Who Grade II,
mesane, TUR-T" olmuştur
(Ek 3).
O tarihten bu yana geçen dört yıllık
süre içerisinde gerçekleştirilen hemen tüm sistoskopi tetkikleri ameliyat ile
sonuçlanmış ve Erol
Zavar, 14’ünde çok sayıda kanserli tümörün çıkarıldığı toplam 16 ameliyat
geçirmek
durumunda kalmıştır.
Tüm bu ameliyatların yanı sıra, Mart 2007’de de safra kesesi alınmıştır.
Vücut direnci ve bağışıklık sistemi
açısından en uygun bakım koşullarında bulunması ve asla strese maruz
kalmaması gereken Erol Zavar, bu 46 ay
süresince yaşadığı birçok sevk sürecinde saldırıya uğramış, yeni
ameliyatlı haliyle yatağına
zincirlenmiş ve en doğal gereksinimlerine dahi sınırlamalar getirilebilmiş,
hatta bazen
bizzat imza vererek taburculuğunu çekip
izolasyon koşullarına, yani hücresine dönmeyi tercih eder durumda
kalabilmiştir.
Esi Elif Zavar'in başvurusu üzerine Ankara
Tabip Odası tarafından (Ek 4) bilirkişi görüşü
alınarak 31/05/05
tarihinde hazırlanan raporda
"(...) mevcut tümör ileri evre
tümör haline gelmiş olduğundan hastanın ya Sağlık
Bakanlığı Eğitim Araştırma
Hastanelerinden birine sevkinin yapılarak orada yeniden değerlendirilmesi ya
da,
Üniversite Tip Fakültelerinden
birine sevkinin (...)" denilmek sureti ile hastalığın
giderek ilerlemekte
olduğuna vurgu yapılmıştır (Ek
5).
O günden beri geçen dört yıl zarfında
hastalığın ilerlemesi sürmüş ve mesane duvarlarında ameliyatlar nedeni ile
oluşan yıpranma sonucu tümörün bir kez
daha yinelemesi halinde artık mesanenin tümüyle alınması
gerekeceği
doktoru tarafından bizzat Erol Zavar'a
iletilmiştir. Daha sonraki olası aşamalar konusunda ise doğal olarak kimse
henüz konuşmak istememektedir.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TIHV) ve
Uluslararası İnsan Hakları Dernekleri Federasyonu (FIDH)'nun Erol
Zavar'ın konumu ile ilgili Haziran 2006
tarihli değerlendirme ve görüşleri şöyledir:
* “TIHV olarak
cezaevi koşullarında iyileşemeyeceği açığa çıkmış olan Erol Zavar'ın sağlık
durumunun;
acil önlem alınmasını gerektiren son
derece riskli bir evrede olduğunu düşünmekteyiz. Kurum olarak görüşümüz:
hastalığın, Terminal (geri dönüşsüz)
Evre'ye ulaşmasını beklemeksizin Erol Zavar'in ilgili yasa hükümlerinden
yararlandırılarak daha uygun koşullarda
tedavisinin gerçekleştirilebilmesi için tahliye edilmesinin uygun olacağı
yönündedir” (Ek 6).
* FIDH
Başkan Yardımcısı Akın Birdal: "Temel Hakları basta olmak üzere
ve diğer haklarını da saklı
tutacak şekilde; Erol Zavar´ın “Yaşam
Hakkı” çerçevesinde ivedi olarak tahliyesi için, her şeyden önce insani bir
çözüm üretilmesinde gerekli
duyarlılığın gösterileceğini umuyorum.” (Ek 7).
İHD Ankara Şubesi Yönetim Kurulu
Üyesi Gökçe Otlu da Erol Zavar'ın durumunu yakından
izleyip gözlem
ve tespitlerini Belge'ye (Ek 8) yansıtan
insanlara bir örnektir.
Ulusal ve Uluslararası Hukuk
Açısından Durum:
Bilindiği gibi eski Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanunu’nun 399. Maddesi'nde: “Akıl hastalığına tutulan
mahkumlar hakkında hürriyeti bağlayıcı
cezanın infazı iyileştikten sonraya bırakılır. Diğer bir hastalık dahi
hürriyeti bağlayıcı bir cezanın infazı
halinde mahkumun hayatı için kat’i bir tehlike teşkil ediyorsa bu hastalıkta
dahi aynı hüküm tatbik olunur” hükmü
yer almaktaydı.
Yeni Ceza İnfaz Kanunu’nun 16/2.
Maddesi'nde ise “Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmi sağlık
kuruluşlarının mahkumlara ayrılan
bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı,
mahkumun hayatı için kesin bir tehlike
teşkil ediyorsa mahkumun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri
bırakılır” denmektedir.
Erol Zavar’ın yerinin cezaevi, hele
Hücre Tipi Cezaevi olmaması gerektiği açıktır. Bu kanun maddeleri de bu
durumun hukuksal ifadesidir. Eşi ve
avukatlarının Adalet Bakanlığı’na eski CMUK 399. madde ve yeni Ceza
İnfaz Kanunu’nun 16/2. maddesi
çerçevesinde daha da geç kalınmadan serbest bırakılması yönünde yaptıkları
sayısız başvuru bugüne değin sonuçsuz
kalmıştır.
Devletin sorumluluğu sadece kendi
ulusal yasalarından da kaynaklanmamaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2.
maddesi : “Herkesin yaşam hakkı yasanın
koruması altındadır.”
Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal
Haklar Sözleşmesi’nin 6/1. maddesi “Her insan doğuştan yaşama
hakkına
sahiptir. Bu hak hukuk
tarafından korunur. Hiç kimse yaşama hakkından keyfi olarak yoksun bırakılamaz”
demektedir.
Erol Zavar’ın cezaevinde kalması
yaşamını büyük oranda riske atmakta, uluslararası belgelerce de koruma altına alınan
yaşam hakkının ihlali anlamına gelmektedir. Onaltı büyük ameliyat geçiren ve
kanser hastası olan birinin yeri cezaevi olamayacağı gibi, bu kişi hakkında
sürdürülecek bir cezanın infazı hapis cezasından fayda uman kişi,doktrin ve
anlayışlarca da savunulamayacak bir durumdur. Cezanın infazından bir yarar
umuluyorsa Erol Zavar örneğinde böyle bir yarar yoktur. Zira hapis cezası onun
için gerçekten hapis cezası değil bir neviölüm cezası
anlamına gelmektedir.
Sadece son yıllarda siyasi
ya da adli nedenlerle Türkiye cezaevlerinde yatarlarken yakalandıkları
hastalıkları atlatamayarak ağır ihmaller neticesinde yaşamını yitirmiş
insanlarımızın listesine bir göz atmak dahi son derece üzücü ve öfkelendirici
bir etki yaratmaktadır (Ek 9).
Son dönemdeki en önemli
gelişmelerden biri de Türk Tabipleri Birliği’nin Erol Zavar’la ilgili
Alternatif Adli Rapor düzenlemeyi kararlaştırmış olmasıdır. Daha önceki resmi
raporlarda ısrarla “ameliyat olmuş bir kanser hastası sağlığına kavuşmuş
sayılır ve kimse hastalığın yineleyeceğini iddia edemez!” görüşü savunulmakta
idi. Bu yaklaşımla kanserin son dört yıl içinde 1. aşamadan 2.’ye ilerlemiş ve
belirgin biçimde daha ‘saldırgan’ bir doğa kazanmış olduğu gerçeği görmezden
geliniyordu. Belli ki yetkililer,daha önceki birçok örnekte yaptıkları gibi,
hastalığın terminal dönemine ulaşılmaksızın gerçekleşebilecek bir salıvermeden
yine kaçınmaya çalışıyordu.
Genel uygulama, bürokratik
işlemleri yetişen hasta tutukluların son günlerini aileleri ile birlikte geçirmesine
izin vermektir. Bu güne dek ‘Şartlı Tahliye’nin bu türüne konu olan insanlardan
hiçbiri cezaevi duvarları dışında bir
aydan uzun yaşayamamıştır. Tıbbi raporlar düzleminde; tecridin insanları fiziksel, psikolojik, sosyal tüm boyutlarda
hasta ettiği ve bu nedenle insan doğası ile temel insan haklarına aykırı bir
infaz rejimi olduğunu göstermek olanaklıdır. Böylesi bir gelişme, hastalardan başlayarak,
tüm tutukluların, ‘sessiz ölüm’ de denen işkencenin bu türünden korunması
yönünde önemli bir adım olabilir.
Yerkürenin alabildiğine
'küçüldüğü' günümüzde Erol Zavar'a reva görülen uygulamalar ile eşi ve
sevenlerinin çaba ve çırpınışlarına sizler tarafından da güçlü bir desteğin
verileceği umudu ile bu dilekçeyi hazırladık. Ne insan, ne insanlık ne de
insanlık onuru ve vicdanından umutlarını kesmemiş dostlarınız olarak sizleri dayanışmaya çağırıyoruz.
Önerdiğimiz
Etkinlikler:
Esas olarak Erol Zavar'ın
sağlık durumunun aciliyeti ve kendisinin kesin biçimde hayati risk altında
bulunmasına
uygun bir ivedilik içinde;
kişisel olarak, grup halinde ya da kurumsal bir dayanışma sergilemenizdir. Tüm
üyelerinizi ya da gazeteci,
sağlıkçı benzeri bazı üye gruplarınızı bilgilendirerek dayanışmada bulunma
konusunda
her turlu araçla teşvik
etmenizin çok anlamlı olacağını düşünüyoruz.
Bu çerçevede kendi kişisel
ve kurumsal gerçekliğinize en uygun etkinlik biçimlerinin bizzat sizler
tarafından
formüle edilebileceğinin
kesin farkındalığı ve saygısı içinde; bizim önerebileceğimiz aktiviteler:
* Cumhurbaşkanı ve Adalet
Bakanı’na; Erol Zavar'ın durumundaki hükümlülerin tahliyesini sağlamaya dönük
yasal yetkilerini
kullanmalarını isteyen mektupların gönderilmesi ve cevap talep edilmesi;
* Aynı amaca yönelik
mektupların Başbakanlık ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığına da
gönderilmesi;
* Erol Zavar'ın sağlık
durumunun sergilediği aciliyet konusunda iç ve uluslararası kamuoyunun
bilgilenmesine ve
dayanışma sergilemesine
yönelik basınla ve diğer kişi ve kurumlarla olan ilişkilerinizi devreye
sokmanız;
* Erol Zavar'ın 'Bağışıklık
Sistemi' açısından son derece riskli bir ortamda yasam mücadelesi verdiğini ve
moral
gücünü yüksek tutmasının
tartışılmaz önemini gözeten bir noktadan kendisine 'Dayanışma Mektup/kartları'
gönderilmesi;
* Yine benzer çerçevede
Erol Zavar'ın Eşi Elif Zavar ve 9 yaşındaki kızı Özgecan ile 7 yaşındaki oğlu
Özgür
Deniz'e 'Dayanışma
Kartları' gönderilmesi;
* Son olarak da atılan
adımlarla ilgili Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ile İnsan Hakları Derneği
Genel Merkezleri´ne ve Av.
Şafak Yıldız’a bilgilendirme yapılması... şeklinde sıralanabilir.
Erol Zavar'ın durumu
alabildiğine acil ve yarın bir şeyler yapabilmek için gerçekten geç olabilir.
"Erol
Zavar'a Yaşama Hakkı Koordinasyonu"
*Erol Zavar'in "Ölümü
Ektim Randevu Yerinde Beklemekten Ağaç Olsun" (Ek 1) Adli Şiiri’nden,
17.02.2004,
Trakya Üniversitesi Tip
Fakültesi Hastanesi Mahkum Koğuşu No:6 (CADDE YAYINLARI, Haziran 20
TÜRKIYE CUMHURIYETI ADALET BAKANLIGI’NA
ANKARA
ANKARA
KONU : Sincan 1 Numarali F Tipi Cezaevi’nde
bulunan Erol ZAVAR’in
cezasinin infazinin 5275 Sayili Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin Infazi
Hakkinda Kanun’un 16/2. Fikrasi uyarinca geri birakilmasi talebidir.
cezasinin infazinin 5275 Sayili Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin Infazi
Hakkinda Kanun’un 16/2. Fikrasi uyarinca geri birakilmasi talebidir.
AÇIKLAMA : Erol ZAVAR, 2001 yilinda yargilandigi
Ankara 2 Numarali Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce TCK Madde 146’da düzenlenen
“Anayasal düzeni degistirmeye tesebbüs” suçu uyarinca müebbet hapis cezasina
çarptirilmistir. Kendisi halen Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde hükümlü olarak
bulunmaktadir.
EROL ZAVAR’IN SAGLIK DURUMU:
2001 yilindan beri cezaevinde bulunan Erol ZAVAR Mesane (idrar torbasi) Kanseri hastasidir. Tedavisi için üç ayda bir gerçeklestirilmesi zorunlu olan sistoskopi tetkiklerinin yapilmasini, yakinlarinin ve demokratik kitle örgütlerinin uzun ugraslari sonucu ilk kez 2004 yilinda, yani cezaevine girdikten üç yil sonra saglayabilmistir.
Hastaliginin ileri boyutlara tasindiginin anlasildigi o tarihten bugüne, Erol ZAVAR tam 16 ameliyat geçirmis ve mesanesinden bugüne degin 50’nin üzerinde kanserli tümör çikartilmistir.
Erol ZAVAR’in saglik sorunlari bununla da sinirli degildir. Cezaevinde bulundugu sirada baslayan migren ve safra kesesi agrilari, daha önce geçirdigi tüberküloz, gözalti sirasinda gördügü kötü muamele ile dizlerinde olusan menisküs, kalp ritm bozuklugu, görme problemleri ve son olarak konan KOAH (Kronik Obstrüktif Akciger Hastaligi) tanisi bunlarin en basta gelenleridir.
2007 Subat Ayi’nda yapilan tetkiklerde Erol ZAVAR’in akcigerlerinde çok sayida küçük nodül (dügümcük, küçük yumru) görüldügü bildirilmisti. Tümöre dönüsebilecegi belirtilen bu nodüllerin, kansere dönüsmesi halinde, Erol ZAVAR’in saglik durumunda yeni olumsuz gelismelere neden olabilecegi, konuyu yakindan takip eden herkesin yeni endise kaynagi olmustur. 15 Mart 2007 günü siddetli agrilari nedeniyle Erol ZAVAR bir kez daha ameliyat edilerek safra kesesi alinmistir.
Erol ZAVAR’in üç ayda bir yapilan tetkiklerden sonra hemen her defasinda ameliyata alinmasi zorunlu bulunmakta ve ameliyattan sonra ise kanama ve agrilari devam etmektedir. Kontrol için hastane sevkleri, insani olmayan kosullarda ve hasta haklarina aykiri biçimde yapilmakta ve her defasinda ciddi olumsuzluklar yasamaktadir.
Erol ZAVAR’in saglik durumuna iliskin olarak:
2001 yilindan beri cezaevinde bulunan Erol ZAVAR Mesane (idrar torbasi) Kanseri hastasidir. Tedavisi için üç ayda bir gerçeklestirilmesi zorunlu olan sistoskopi tetkiklerinin yapilmasini, yakinlarinin ve demokratik kitle örgütlerinin uzun ugraslari sonucu ilk kez 2004 yilinda, yani cezaevine girdikten üç yil sonra saglayabilmistir.
Hastaliginin ileri boyutlara tasindiginin anlasildigi o tarihten bugüne, Erol ZAVAR tam 16 ameliyat geçirmis ve mesanesinden bugüne degin 50’nin üzerinde kanserli tümör çikartilmistir.
Erol ZAVAR’in saglik sorunlari bununla da sinirli degildir. Cezaevinde bulundugu sirada baslayan migren ve safra kesesi agrilari, daha önce geçirdigi tüberküloz, gözalti sirasinda gördügü kötü muamele ile dizlerinde olusan menisküs, kalp ritm bozuklugu, görme problemleri ve son olarak konan KOAH (Kronik Obstrüktif Akciger Hastaligi) tanisi bunlarin en basta gelenleridir.
2007 Subat Ayi’nda yapilan tetkiklerde Erol ZAVAR’in akcigerlerinde çok sayida küçük nodül (dügümcük, küçük yumru) görüldügü bildirilmisti. Tümöre dönüsebilecegi belirtilen bu nodüllerin, kansere dönüsmesi halinde, Erol ZAVAR’in saglik durumunda yeni olumsuz gelismelere neden olabilecegi, konuyu yakindan takip eden herkesin yeni endise kaynagi olmustur. 15 Mart 2007 günü siddetli agrilari nedeniyle Erol ZAVAR bir kez daha ameliyat edilerek safra kesesi alinmistir.
Erol ZAVAR’in üç ayda bir yapilan tetkiklerden sonra hemen her defasinda ameliyata alinmasi zorunlu bulunmakta ve ameliyattan sonra ise kanama ve agrilari devam etmektedir. Kontrol için hastane sevkleri, insani olmayan kosullarda ve hasta haklarina aykiri biçimde yapilmakta ve her defasinda ciddi olumsuzluklar yasamaktadir.
Erol ZAVAR’in saglik durumuna iliskin olarak:
1. Trakya Üniversitesi Egitim Uygulama ve
Arastirma Hastanesi’nce düzenlenmis ameliyat sonrasi Epikriz raporu;
2. yine Trakya Üniversitesi Tip Fakültesi Patoloji Anabilimdali’nca verilmis Biyopsi ve Sitoloji Raporu;
3. Ankara Tabip Odasi Bilirkisi Raporu;
4. ve geçirdigi ameliyatlara ve konulan teshislere dair raporlar bulunmaktadir.
2. yine Trakya Üniversitesi Tip Fakültesi Patoloji Anabilimdali’nca verilmis Biyopsi ve Sitoloji Raporu;
3. Ankara Tabip Odasi Bilirkisi Raporu;
4. ve geçirdigi ameliyatlara ve konulan teshislere dair raporlar bulunmaktadir.
Tüm rapor ve ekleri Bakanliginiza sunulmus oldugu
gibi gerektiginde tekrar tedarik edilebilecek durumdadir. Son ameliyatini
Aralik 2007’de geçiren ve mesanesinden yine 2 adet kitle alinan Erol ZAVAR’in
önümüzdeki aylarda da tekrar tekrar ameliyat olmak için hastaneye yatirilacagi
açiktir.
EROL ZAVAR’IN CEZAEVI KOSULLARI
Erol ZAVAR, F Tipi Cezaevinde tutulmaktadir. Zaman zaman tek kisilik hücrelerde de kalmis olan Erol ZAVAR halen iki mahpus ile üç kisilik bir hücrede tutulmaktadir. Günlük ihtiyaçlarini ve yasamini tek basina saglamakta ciddi engeller ile karsilasmaktadir. Cezaevinin hem sosyal hem de mimari durumu bu bünyedeki bir insanin yasamasina uygun degildir.
Erol ZAVAR’in cezaevi kosullarinda birakin tedavisinin sürdürülebilmesini, günlük olagan hayat fonksiyonlarini yerine getirebilmesi bile çok zordur. Geçirdigi 16 ameliyatla ilgili süreç degerlendirildiginde, teshis ve tedavisine yönelik gerekli saglik kosullarinin cezaevi ortaminda mümkün olamadigi açiga çikmistir. Sürekli hastalik durumu halen devam etmektedir. Kendisine yapilan ameliyatlar ise kanserli ur olusumlarinin alinarak yenilerinin olusmasinin beklenmesinden öteye geçememektedir.
En önemli boyut ise Erol Zavar’in bagisiklik sisteminin hastalikla mücadele edebilecek durumda olabilmesi için kendisinin stres etkenlerinden olabildigince uzak; sevgi, moral ve destekle çevrelenmis bir ortamda bulunmasinin zorunlulugudur. Bu önlemleri zorunlu kilan bir hastalikla mücadele etmekte olan Erol ZAVAR’in; insan dogasina aykiri kosullarda tutuluyor olmasi; onda sürekli bir gerilim yaratmakta, tedavisi için ihtiyaç duydugu moral, insani destek ve yakinliktan uzak kalmasina neden olmaktadir.
Erol ZAVAR, F Tipi Cezaevinde tutulmaktadir. Zaman zaman tek kisilik hücrelerde de kalmis olan Erol ZAVAR halen iki mahpus ile üç kisilik bir hücrede tutulmaktadir. Günlük ihtiyaçlarini ve yasamini tek basina saglamakta ciddi engeller ile karsilasmaktadir. Cezaevinin hem sosyal hem de mimari durumu bu bünyedeki bir insanin yasamasina uygun degildir.
Erol ZAVAR’in cezaevi kosullarinda birakin tedavisinin sürdürülebilmesini, günlük olagan hayat fonksiyonlarini yerine getirebilmesi bile çok zordur. Geçirdigi 16 ameliyatla ilgili süreç degerlendirildiginde, teshis ve tedavisine yönelik gerekli saglik kosullarinin cezaevi ortaminda mümkün olamadigi açiga çikmistir. Sürekli hastalik durumu halen devam etmektedir. Kendisine yapilan ameliyatlar ise kanserli ur olusumlarinin alinarak yenilerinin olusmasinin beklenmesinden öteye geçememektedir.
En önemli boyut ise Erol Zavar’in bagisiklik sisteminin hastalikla mücadele edebilecek durumda olabilmesi için kendisinin stres etkenlerinden olabildigince uzak; sevgi, moral ve destekle çevrelenmis bir ortamda bulunmasinin zorunlulugudur. Bu önlemleri zorunlu kilan bir hastalikla mücadele etmekte olan Erol ZAVAR’in; insan dogasina aykiri kosullarda tutuluyor olmasi; onda sürekli bir gerilim yaratmakta, tedavisi için ihtiyaç duydugu moral, insani destek ve yakinliktan uzak kalmasina neden olmaktadir.
KONUNUN YASAL VE INSANI BOYUTLARI
Biz konuya duyarli hukukçular olarak mahpus haklarinin temel insan haklari arasinda yer aldigini biliyoruz. Cezanin infaziyla güdülen amacin ise bir mahpusu ölüme götürmek olmadigi herkesin malumudur.
5275 sayili Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin Infazi Hakkinda Kanun’un 3. Maddesi’nde bu amaç söyle tarif edilmistir:
“Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazi ile ulasilmak istenilen temel amaç, öncelikle genel ve özel önlemeyi saglamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç islemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karsi korumak, hükümlünün; yeniden sosyallesmesini tesvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygili, sorumluluk tasiyan bir yasam biçimine uyumunu kolaylastirmaktir.”
Hukukçular, sosyologlar cezanin infazi ile ilgili çok daha iyi tanimlarda bulunabilirler, ama burada belirtmek istedigimiz nokta Erol ZAVAR’in cezasinin infazinin kanunda belirtilen amaci hiçbir sekilde yerine getirmeyecegidir. Zira Erol ZAVAR’in cezasinin infazi, onu ölüme götürmektedir. Bu süreçle elde edilecek olan ne suçtan toplumun korunmasi ne de hükümlünün istenilen kisilik yapisina ulasmasi olacaktir. Bu sürecin sonu açiktir ki Erol ZAVAR’in hayatini kaybetmesi olacaktir.
Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin Infazi Hakkinda Kanun’un 16/2. Maddesi’nde “Diger hastaliklarda cezanin infazina, resmi saglik kuruluslarinin mahkumlara ayrilan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasinin infazi, mahkumun hayati için kesin bir tehlike teskil ediyorsa mahkumun cezasinin infazi iyilesinceye kadar geri birakilir” denmektedir.
Yukarida belirttigimiz ve raporlardan da anlasilacagi üzere Erol ZAVAR’in durumu bu hükme fazlasiyla uymaktadir.
Hukuk devleti olmanin en önemli kosullarindan biri yarginin oldugu kadar yürütmenin de yasalari titizlikle uygulamasi ve yerine getirmesidir.
Erol ZAVAR ile ilgili durumda sadece insani duyarlilik ve vicdani boyut degil, yasal gereklilikler de infazin geri biraktirilmasini ön görmektedir.
TALEP : Yukarida belirttigimiz nedenlerden dolayi bizler mahpus haklarinin temel insan haklarindan oldugu bilincindeki hukukçular olarak Erol ZAVAR’in infazinin Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin Infazi Hakkinda Kanun’un 16/2. Fikrasi uyarinca geri biraktirilmasi için, görevli ve sorumlu yürütme olarak gerekli islemleri yerine getirmenizi talep ederiz.
Saygilarimizla,
Biz konuya duyarli hukukçular olarak mahpus haklarinin temel insan haklari arasinda yer aldigini biliyoruz. Cezanin infaziyla güdülen amacin ise bir mahpusu ölüme götürmek olmadigi herkesin malumudur.
5275 sayili Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin Infazi Hakkinda Kanun’un 3. Maddesi’nde bu amaç söyle tarif edilmistir:
“Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazi ile ulasilmak istenilen temel amaç, öncelikle genel ve özel önlemeyi saglamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç islemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karsi korumak, hükümlünün; yeniden sosyallesmesini tesvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygili, sorumluluk tasiyan bir yasam biçimine uyumunu kolaylastirmaktir.”
Hukukçular, sosyologlar cezanin infazi ile ilgili çok daha iyi tanimlarda bulunabilirler, ama burada belirtmek istedigimiz nokta Erol ZAVAR’in cezasinin infazinin kanunda belirtilen amaci hiçbir sekilde yerine getirmeyecegidir. Zira Erol ZAVAR’in cezasinin infazi, onu ölüme götürmektedir. Bu süreçle elde edilecek olan ne suçtan toplumun korunmasi ne de hükümlünün istenilen kisilik yapisina ulasmasi olacaktir. Bu sürecin sonu açiktir ki Erol ZAVAR’in hayatini kaybetmesi olacaktir.
Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin Infazi Hakkinda Kanun’un 16/2. Maddesi’nde “Diger hastaliklarda cezanin infazina, resmi saglik kuruluslarinin mahkumlara ayrilan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasinin infazi, mahkumun hayati için kesin bir tehlike teskil ediyorsa mahkumun cezasinin infazi iyilesinceye kadar geri birakilir” denmektedir.
Yukarida belirttigimiz ve raporlardan da anlasilacagi üzere Erol ZAVAR’in durumu bu hükme fazlasiyla uymaktadir.
Hukuk devleti olmanin en önemli kosullarindan biri yarginin oldugu kadar yürütmenin de yasalari titizlikle uygulamasi ve yerine getirmesidir.
Erol ZAVAR ile ilgili durumda sadece insani duyarlilik ve vicdani boyut degil, yasal gereklilikler de infazin geri biraktirilmasini ön görmektedir.
TALEP : Yukarida belirttigimiz nedenlerden dolayi bizler mahpus haklarinin temel insan haklarindan oldugu bilincindeki hukukçular olarak Erol ZAVAR’in infazinin Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin Infazi Hakkinda Kanun’un 16/2. Fikrasi uyarinca geri biraktirilmasi için, görevli ve sorumlu yürütme olarak gerekli islemleri yerine getirmenizi talep ederiz.
Saygilarimizla,
3. VAKA İSMAİL
HAKKI KAYA
Ölen
İsmail hakkı kay 1980 doğumludur. geceleyin silahlı gasp suçunda dolayı 8 yıl
dört ay hapis cezası ile hükümlüdür. Antalya L tipi cezaevinde
yatmaktadır. Sorunlu bir mahkum olduğu
söylenmektedir.
Ölen
kendi isteği ile 20.3.2008 tarihinde Manisa Ruh sinir hastalaıkları hastanesine
sevk edilir. İsmail Hakkı Kaya aynı gün Manisa'ya varır. Orada ayakta bir iğne yapılarak antalya'ya geri gönderilir. Orada belki bir veya iki saat ancak
kalırlar. 10-saatlik yolu aynen geri
gelirler (rink arabasıyla) geri geldiklerinde hükümlü kendini fena hissettiğini
söyler, daha sonra kusarak yatar. Ancak
durumu ertesi gün kötüleşir ve revire çıkartılır. (21.3.2008) Revirde doktor
muayene eder.İlaç verir. ve koğuşa tekrar geri
gönderir. Hükümle zaten kalkacak halde değildir. hemen yatar yemekte
yemez. Aynı gün saat 24.00.'de durumu
daha da kötüleşmesi üzerine koğuşta bulunan diğer hükümlüler gardiyanı
çağırırlar. Gardiyan gelir. Ertesi gün ) revire çıkartırız. der. Ertesi gün olur saat.10'da İsmail Hakkı Revire
çıkartılır. Revirde ismail hakkı'ya ilaç
verilir ve geri koğuşa gelir. Koğuş arkadaşları hastane için ısrar edince
hastayı tekrar götürürler. Ancak saat
.18.30-19.00 sıralarında geri
getirirler. Ancak hastanın durumu çok kötüdür. Geceyarısında daha da kötüleşir.
Koğuştakiler yeniden gardiyan çağırırlar. hasta yeniden revire kaldırılır. Ve
bir serum takılarak koğuşa geri gönderilir. Hasta zaten yataktadır. Bu şekilde
ertesi güne gelinir. Yani hastalanmasından itibaren üç gün geçmiştir. saat
9,30'da koğuşa doktor ve revir görevlisi gelir. "Tansiyonu ölçerler ancak
tansiyonu düşük bulurlar" yeniden
hastaneye sevk etmeye karar verirler.
Bu
gidiş gelişlerden sonra hasta 27.3.2008 tarihinde yatağında ölü bulunur.
Otopside
apandisitin patlak olduğu söylenir. Ancak, yakınları defin sırasında darp
izlerinin olduğunuda tespit ederler. Ve suç duyurusunda bulunurlar.
Ve
bir takım parçalar ankara'ya gönderilir. (Özellikle testis'te tahribat olduğu söylemektedirler) Halen bu
raporun ankara'dan gelişi bekleniyor.
Olay
tam anlamıyla şüphe ile doludur.
Fena
muamele açısından şu an kesin bir şey söylenmese bile (çünkü sonuçta giden
parçaların tahlil sonuçları beklenecek)
BU
ÖLÜMÜN MAHPUS SAĞLIĞI AÇISINDAN AKIL ALMAZ BİR İHLALLER ZİNCİRİNİN SONUCU
OLDUĞUNUDA TESPİT ETMEK GEREKİR.
Hasta
bir hükümlü rahatsız olduğunu söylüyor, 20 martta Manisa'ya gönderiyorlar. Aynı
gün Manisadan geliyor. Yaklaşık 6 gün boyunca inliyor. Bu arada ciddi bir
tedavi ve teşhis yapılmıyor. Ve 27 martta hasta ölüyor. Artık burada,ölüme neden olabilecek şekilde
ağır bir ihmali gördükten sonra , bu
hükümlünün işkence veya fena muameleye uğrayıp uğramadığının da önemi
kalmıyor.
[1] İzmir ceza ve tutukevleri
bağımsız izleme kurulu ekim 2006-kasım 2007 raporu
[2] Madde 1 - İşkencenin
ve Gayriinsani ya da Küçültücü Ceza veya
Muamelenin Önlenmesi için bir Avrupa komitesi teşkil olunacaktır.(bundan
sonra Komite olarak anılacaktır). Komite ziyaretler yapmak
suretiyle, hürriyetinden yoksun bırakılan kişilere yapılan
muameleyi,gerekli ise bu gibi kişilerin işkence ve gayriinsani ya da küçültücü
ceza veya muameleden korunmalarının
kuvvetlendirilmesi amacıyla inceleyecektir.
[3] Aynı zamanda bkz. 8 Nisan 1998'de Avrupa Konseyi
Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen cezaevinde sağlık hizmetlerinin etik
ve organizasyonel yönlerine ilişkin R (98) 7 No'lu Tavsiye.
[4] Bu gereklilik daha sonra şu şekilde yeniden yazılmıştır:
her yeni gelen hükümlü girişinden sonra mümkün olan en kısa zamanda bir tıp
doktoru tarafından görüşmeye alınacak ve fiziki muayenesi yapılacaktır;
özellikle tutukevleri söz konusu olduğunda istisnai durumlar dışında,bu
görüşme/muayene giriş gününde yapılmalıdır.
Girişteki bu tıbbi tarama bir doktora bağlı tam yetkin bir hemşire
tarafından da yapılabilir.
[5] Aynı zamanda bkz. “Tutukluluk ”, “bulaşıcı hastalıklar”
bölümü.
[6] Daha sonra şu şekilde değiştirilmiştir: Tutukluların
sadece HIV pozitif olmaları nedeniyle diğerlerinden ayrılmaları gerektiğine
dair tıbbi bir gerekçe bulunmamaktadır.
[7] Çağdaş Hukukçular Derneği
İstanbul Şubesi Cezaevleri izleme Kurulu ocak 2008 raporu.
Yorumlar
Yorum Gönder