KORKUNUN HUKUKU / YENİ PVSK
Av. Münip ERMİŞ
KORKUNUN HUKUKU / YENİ PVSK
Suçluluğu özgürlüklerde aramak bir akıl
tutulmasıdır. Bomba bahane edilerek
çıkartılan PVSK , bu ruh halinin
hukuk alanına yansımasıdır.
Bunun adına “korkunun
hukuku” diyoruz.
Temmuz
-2006’da yapılan Terörle Mücadele Kanunu değişiklikleri, özgürlüklerin üzerine
şal örtmüştü. Bu yasa ise özgürlüklerin boğazını sıkmaya aday gibi durmaktadır.
Özgürlüklerimiz bu yasayla ciddi anlamda tehdit altına
girmiştir. Getirilen değişiklerle,
başta yaşama hakkı olmak üzere, kişi
güvenliği ve özgürlüğü, özel yaşamın dokunulmazlığı gibi temel haklar tümden
polisin iradesine terk edilirken, yakalama, arama, elkoyma ve fiziki kimliğin
tespiti gibi
uygulamalar üzerinde yargısal denetim
neredeyse kaldırılmış,“Önleme hukuku “ adı altında getirilen bu yeni düzende,
polis ; demokratik bir sistemde asla
kabul edilemeyecek olağanüstü yetkilerle donatılmıştır.
“DURDURMA VE ARAMA” TÜMDEN
KEYFİLİĞE AÇIKTIR.
Yeni yasaya göre, Polise “ kişileri ve araçları; bir suç
veya kabahatin işlenmesini önlemek
…vs. gerekçelerle durdurma ve
arama yetkisi verilmiş, bu yetkinin kullanılmasında polisin
tecrübesi ve içinde bulunulan durumdan
edindiği izlenime dayanan makul bir sebep gibi tümden sübjektif
kıstaslar getirilmiştir. Durdurma süresi konusunda dakika saat, gün gibi belli
bir zaman dilimi öngörülmemiş , aksine “ durdurma
sebebine esas teşkil eden işlemin gerçekleştirilmesi” gibi
soyut bir kavram getirilmiştir.
“ Suç veya kabahatin önlenmesi “ gibi soyut bir gerekçe, polise
hemen hemen herkesi durdurma ve kontrol altına alma gücü vermektedir.” SUÇ “ bir şekliyle anlaşılabilir bir
neden sayılabilir. Ancak “Kabahati
önleme” gerekçesi ile insanların
durdurulması ve saatlerce tutulması
anlaşılabilir bir şey değildir. Artık bu yasadan sonra , “Rahatsız etme, gürültü yapma, kamu
alanlarında tütün mamulleri tüketme” gibi bir
fiili işlemeseniz bile bu türden kabahatleri işleme ihtimaliniz gerekçesi ile
saatlerce tutulmanız mümkün olacaktır..
Diğer bir anlamda, bu hüküm polise açıkça sosyal yaşamdaki herkesin özgürlüğünü
ortadan kaldırma yetkisi verilmektedir.
Bunun dışında, yeni
yasada “Kimliğin bilinmemesi” bir
tutuklama nedeni olarak sayılmıştır. Bu
hüküm “tutuklama” kurumunun özüne aykırı olduğu gibi Anayasa 19.md.’hükmü ile
de uyuşmamaktadır. Anayasa (19/4) ve CMK
(100) ortada “suç” varsa hürriyetin
kısıtlanabileceğini söylemektedir. Oysa “kimlik bildirmeme” Kabahatler kanununda düzenlenen kabahat
nevinden bir fiildir. Suç olarak tarif edilmemiştir. Hele nüfusa dahi kayıtlı olmayan yani
kimliksiz on binlerce kişinin yaşadığı bir ülkede, kimliği yok diye insanların
cezaevine gönderilmesi, güvenlik hakkının keyfiliğe terk edilmesinden başka bir
şey değildir.
HERKES PARMAK İZİ VERECEK.
Ceza Muhakemesi
Kanununu ancak iki yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, kimliğinin teşhisi için gerekli olması
halinde parmak ve avuç izinin Cumhuriyet Savcısının emriyle alınabileceği
düzenlemesini içermekteyken, PVSK başta
“gönüllü” olmak üzere her çeşit silah ruhsatı, sürücü belgesi, pasaport veya pasaport
yerine geçen belge almak için başvuruda bulunanlar olmak üzere,
hangi suçtan olursa olsun, gözaltına alınan herkesten parmak izinin alınacağını
hüküm altına almıştır. Bu kayıtlar 80 yıl boyunca sistemde tutulacaktır. Bunun anlamı, toplumda yaşayan herkesin
parmak izi verilerinin toplanmasıdır. Getirilen bu hükümle CMK 81.maddesi
fiilen yürürlükten kalkmış olmakta, tüm toplumun fişlenmesinin yolunu
aşılmaktadır. Demokratik bir toplumda , devletin herkesten kişisel veri alması ve bunları
ileride lazım olabilir diye bir havuzda toplaması asla kabul edilemez. Toplanan
kişisel verilerin kullanılmasında da mutlaka yargı kontrolü gerekir. Çünkü, fotoğraf ve parmak izi kişisel
veri niteliğindedir ve kişinin özel alanını oluşturur ve bu türden
verilerin hiçbir suç kovuşturması olmaksızın, idarece saklanması özel yaşamın
gizliliği ile bağdaşmayacaktır.
BU YASA
POLİSİ SUÇ İŞLEMEYE TEŞVİK ETMEKTEDİR.
PVSK’
nın zor ve silah kullanma başlığı
altında getirdiği düzenleme, şiddeti
adeta meşrulaştırma amacıyla kaleme alınmış gibidir.
Buradaki
ifadeye göre; polis kendisine direnene karşı önce bedeni kuvvet uygulayacaktır. Eylemci
buna rağmen direnmeye devam ederse” maddi güc” devreye girecektir. Maddi
güç “kelepçe, cop, basınçlı su, göz
yaşartıcı gazlar veya tozlar, fiziki engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçları” olarak
tanımlanmıştır. Oysa, polise ait “zor kullanma
yetkisi” ayrıntılı bir şekilde yasada tanımlanması
normatif anlamda gerekli değildir ve olması gereken bu konunun polis
eğitiminin bir parçası olduğudur. Çünkü, “Aşırı
ve orantısız şiddetin” ölçüsünün ne olduğu veya ne olabileceğinin mevzuat
hükümleri ile tespiti yargıyı bağlamaz.
Yargılamayı yapan hakim “şiddetin
ölçüsü konusunda” PVSK hükümlerine
değil “doktor raporlarına “ bakar ve her olayın oluş şekline ve toplanan delillere
göre de karar verir. Kısacası ceza sorumluluğu açısından bu düzenlemenin hiçbir
kıymeti harbiyesi yoktur. O zaman burada amaç nedir? denirse, bunun cevabı “şiddet kullanma”
konusunda polise cesaret öğütlemesidir, suç
işlemeyi teşvik etmesidir. Şiddeti yasa
hükümleri tarif etmeye kalkışmak,
şiddeti meşrulaştırmak anlamına gelir. Bu yasa Polisi insan haklarını ve
hukuku koruyan bir kamu görevlisi olarak değil, bir şiddet aygıtı olarak
konumlandırmaktadır.
Yeni PVSK son üç aydır bu ülkede yaşanan akıl tutulmasının en son
örneğidir. Aslında yaratılan bu ruh hali yeni
değildir. 12 Eylülün getirdiği ”
anayasal düzen zaten budur. Bu anayasal düzende sadece korkunun hukuku vardır. Korku
hukuka dönüşmüşse, artık “akıl” yoktur. Aklın
olmadığı yerde de muhakeme yeteneği olamaz... Çünkü birincisinde sonuca
içgüdüsel refleksle gidilir, ikincisinde ise farklı olgular ve zıtlar arasında
akıl yürütme ile sonucu gidilir. Yani
akıl yoksa orada özgürlük mola dahi vermez. Orada sadece baskı vardır, şiddet vardır, linç
kültürü vardır.
” Toplumun
kendini koruma güdüsü” her türlü meşruiyete açılan
bir pencere olduğunda öğrencilerin linç edilmesi de, Malatya’da Hıristiyanların
kesilmesi de, Yozgat’ta “fuhuş yaptıkları” gerekçesi ile insanların evlerinin
yakılması da yadırganmaz. Hele insan
haklarını savunanlara karşı, ordudan milli refleks talebinin geldiği bir
ülkede, temel hak ve özgürlükleri savunmak ciddi cesaret gerektirir ve özgürlükler
yok edilirken, toplumdan her hangi bir tepki gelmemesi de , cılızda olsa “ne
oluyoruz” diyenlerin destek bulmak bir tarafa, tepkiyle karşılaşması
da bu nedenledir.
Yorumlar
Yorum Gönder